Dükkândan içeri girdiğinde şaşırmıştım. O zamana kadar hiç müşterim olmamıştı. Selam verip dip köşedeki masaya oturdu. Belli ki benimle görüşmeye gelmişti. Kalkıp yanına vardım. Halini hatırını sordum. Dedi ki: -Senin burada olduğunu görünce geldim. -Hoş geldin sefa geldin. -Bu çok özel bir konu, iki dakika vaktin varsa eğer. -Tabii ağabey, buyur. Bir sandalye çekip karşısına oturdum. Doğrusu kendisi çok saygı duyduğum, şirketimizde önemli işlere imza atmış, teknik konularda duayen sayılan bir büyüğümüzdü. Sıradan biri değildi. Meraklanmadım desem yalan olur. Çalışan çocuklara seslendim: -Oğlum bize bakın. Bir şeyler ikram edin. Çocuklar yiyecek içecek getirirken o da mevzua girdi. Anlattığı şey ekonomik krizde araba sahibi olan herkesi ilgilendirecek bir konuydu. Otomobillerin motoruna monte edildiğinde yakıt tasarrufu sağlayan bir cihazdan söz etmeye başladı. Benim de içim cız etti. Çünkü anlamıştım. Lüzumsuz bir konuydu. Bu konuda değişik zamanlarda değişik muhabbetler çok duymuştum. Ama elle tutulur ne bir cihaz ne bir tasarruf söz konusuydu. Eline bir kutu alan, böyle bir buluştan söz ediyordu. Bizim millet buluş meraklısıydı... Ama kalkmış dükkânıma kadar gelmişti. Dinlememek ayıp olurdu. Mecburen dinlemeye başladım. Gerçi bunun elinde kutu falan da yoktu. Söz konusu cihazın diğerlerine benzemeyen üstün özelliklerinden hangi birini sıralayacağını bilemiyordu. Ömür boyu garanti mi dersiniz, montaj kolaylığı mı? Anlattı da anlattı... Artık ben konuyla ilgilenmiyor, misafirin konuşmayı bitirmesini bekliyordum. Derken sadede gelmişti: Söylediğine göre bu cihazı bulan dahi zat, bu aşamaya gelene kadar yaklaşık iki trilyon lira masraf etmişti. Bugünün parasıyla iki milyar lira... Eee? Gele gele son elli bin liralık bir sıkışıklığı kalmış. Bu cihaza ortak olmak isteyen çok kimse varmış ama herkese güvenemiyormuş. Dolayısıyla eli yüzü temiz dürüst bir kimse arıyorlarmış. Bu elli bin lirayı verene de % 20 hisse verecekmiş. Dolayısıyla bu bir fırsatmış. Konu dönüp dolaşıp bu şahsa benim bu parayla ortak olup olmayacağıma gelmişti. Ben daha bir şey söylemeden yanı başımızda bizi dinleyen eşimin sesini duydum: -Amca bunları başka yerde anlatma olur mu? Misafir bir tuhaf oldu. Devam etti eşim: -Eğer anlatırsanız size sahtekâr derler. Misafirim bir tuhaflaşıvermişti. Kendini tez toparladı ve cevap verdi: -Evet, bizim damat da öyle söylüyor zaten. Konu hakkında beni ikna etmeye gelen misafir bir anda saf değiştirmişti. "Ne bileyim bana öyle söylediler" demeye getirmiş, az önce hararetle anlattığı fikirlerin hiçbirine sahip çıkmamıştı. Ama nasıl üzüldüm anlatamam. Öyle saygı duyduğum birinin böyle bir durumda karşıma çıkmasına şaşırmıştım. Dükkânımda misafirimdi. Kendisine diyemezdim ki: Böyle ciddi (!) bir proje böyle kenarda köşede ayaküstü konuşulmaz. İki trilyon harcanmış bir işte elli bin liraya sıkışılmaz. İki trilyonluk bir projede kimseye elli bin liraya % 20 hisse verilmez. Ne isim, ne firma, ne adres olmadan böylesi konular konuşulmaz. Onu rencide etmemeye özen göstererek cevap verdim: -Abi bu konuya ayıracak kadar param yok. Ama siz isterseniz damadınızı önemseyin. Bu konuyu başka kimseye de anlatmayın. Sonuç elde edememenin mahcupluğu ile ayrıldı. Daha sonra birkaç kez değişik mekânda karşılaştık. Sadece selamlaştık. O günden beri merak etmişimdir. Acaba bu saygı duyduğum insan, sahiden aldatılmış mıydı? Yoksa beni mi aldatmak istemişti? > Muharrem Abazoğlu-İzmir Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00