Vakit ikindi suları... Vatan Caddesinden Edirnekapı'ya doğru gidiyoruz. Cep telefonum çaldı. Arayan çok eski bir ahbabımdı. Sesi de bir tuhaf: -Mükremin Beyden haberin var mı? -Hayırdır, bir şey mi oldu? -Bilmiyorum ama bağırış çığırış, acilen götürdüler. Kalp krizi mi ne geçirmiş? -Ciddi misin? Ya ne zaman oldu? -Daha demin... Biz şimdi ayrıldık oradan. İşte dışarı çıktım ilk seni aradım. Telefon elimde dondum kaldım. Sanki beynimden vurulmuş gibiydim. Onunla geçen yıllarım film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden... Telefonda gelen ses çok hazindi. Acaba vefat etti de bana mı öyle söylüyordu? Ama öyle, şaka yapacak biri değildi. Şaşkınlığım, arabadaki arkadaşı da meraklandırmıştı. Durumu bir cümleyle zor özetledim. Çünkü aklım karışmış, bütün hesaplarım altüst olmuştu... Çünkü yaşantımız âdeta tek kelimeyle ona endeksliydi. Yarına ödenmesi gereken bir çeki vardı. Firma çekiydi ve imza ona aitti. Bir bakıma hatır çeki sayılırdı. Ama ödemesini Mükremin Bey yapacaktı. Çeki kullanan kimse bunu böyle biliyordu. Aslında o kimse de ekonomik yönden çok darda kalmış bir dava insanıydı. Eğer bu çek ödenmez ise bizim güvencemiz sebebiyle adamcağızın itibarı altüst olacaktı. Çeki aldığı gün ikrazat firmasına kırdırmış, çek de takasa verilmişti. Firmadaki yetkililer bu harcamalara hep karşı geliyor ama Mükremin Bey ısrarla onları dikkate almayıp böylesi taahhütlere imza atıyordu. Bu da firma yetkililerine rağmen imzalanmış bir çekti. O akşam buluştuğumuzda çekin bir miktarını o tedarik edecekti. Bir miktarını da benim tedarik etmemi istemişti. Kalp krizi haberi tam da bu arayış içerisindeyken gelmişti. Hemen bürosunu aradım. Telefona çıkan sekreter, haberi doğruladı ve kaldırıldığı hastanenin adresini verdi. Arabadaki arkadaşa dedim ki: - Benim acilen o hastaneye gitmem lazım. - Tamam ben bırakayım seni. Ben de meraklandım. İnşallah yaşıyordur. - İnşallah... Hadi öyleyse sür. Yönümüzü çevirdik E-5'ten karşıya... Ver elini Ümraniye... Allah'ım inşallah kurtulur. İnşallah yaşıyordur... Az önce şakıyan ben, sanki dut yemiş bülbül gibi olmuştum. Sessizliğime suskunlukla iştirak eden arkadaşım da üzüntümü sanki bu şekilde paylaşıyordu. Ah Mükremin Bey... Ne fırtınalı günler yaşamıştık seninle... Yıllar yılı nasıl da etle tırnak gibi olmuştuk. Yol boyu gözyaşlarıma hâkim olmaya çalışırken, hatıra girdaplarında boğuluyordum. Ah Mükremin Bey... Benim halimi en iyi sen, senin halini en iyi ben anlamıyor muydum? Bıraksalar saatlerce, nereden de buluyorduk o kadar konuşacak mevzuyu? Nasıl da, açtığımız herhangi bir konuda heyecanlanıyor, birbirimizi ne kadar sahici heyecanlandırıyorduk. Ya herkese rağmen onunla birlikte, yine onun hedefleri doğrultusunda nasıl da gizli kararlar alıyorduk? Bu akşam da onunla buluşacaktık. Yarın için ödemesi gereken o çekin karşılığını denkleştirecektik. Bir saatte zor geçtik karşıya... Hastaneye vardığımızda bütün tanıdıklar oradaydı. Ailesi çocukları, yeğeni, çalışanlar... Herkes şokta, herkes çaresiz... Herkes "Allah'ım bir umut" diye yalvarmada... Hastaneye getirdiklerinde solunum durmuş. Kalbini tekrar çalıştırana kadar belki de yirmi dakika geçmiş. Şükür ki o akşam hastanede, kalp konusunda epey ihtisas yapmış hekimler nöbetçiymiş. Müthiş bir uğraş sonucu çok şükür kalbi çalıştırmayı başarmışlar... Stent takılacak ve hasta en az üç gün uykuda tutulacakmış. Kritik bir 72 saat. Bu sürede her an her şey olabilirmiş. Saatler âdeta durmuş, ilerlemiyordu... (Devamı yarın) Emin Ceylan- İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00