Ölümle ancak ortaya çıkan sır!

A -
A +

Yeğenim Gülazer kapıdan içeri giren kocasına, eski köy gelinleri gibi hizmette kusur etmiyordu. Kapıda karşılamış, ceketini almış, içeri geçirmişti. Doğrusu yeğenim bizi tanıştırdığında Cemil'in bana karşı "O Sabri dayı siz misiniz?" demesini bekliyordum. Hiç tepki göstermedi... Ne hareket vardı çehresinde ne mimik... Sanki kafasında başka şeyler var gibiydi. Ama meşgul ve telaşlı da gözükmüyordu. Elini uzattı. "Memnun oldum" dedi. Hepsi o kadar... Uslu bir çocuk gibi geçti kanepelerden birinin kenarına ilişti. Ben biraz tedirgin, biraz merak içinde onu göz hapsine almıştım bile... -Nasılsınız, iyi misiniz? Türü sorularla konu açmaya çalıştım. Ama sorduğum sorulara sesinde hiçbir ton farkı olmadan robot gibi, tek kelimelik cevaplar veriyordu. -İyiyim... Sağ ol gibi... Gülazer'e baktım. Göz göze gelmemek için çaba sarf ediyordu. Sofraya oturduğumuzda bile damadın hareketsizliği hiç değişmedi... Hatta doğru dürüst yemek bile yemiyordu... Zaten oldukça zayıftı... Galiba yorgun olmalıydı... Ama insan yorgun ise yorgun olduğunu söylerdi. Bu damat bir tuhaftı. Dünya yansa dönüp bakacak hâl yoktu. O an anladım... Bu oğlanın kimseye söylemediği bir hâli var ama ne? Bu cevapsız sorular beynimi allak bullak etmeye yetmişti... Ama düğünde bulunmamış, hayırlı olsuna gelmemiş, öylesine yolu düşmüş biri olarak bunları hesaba çeker gibi sorgulamanın manası yoktu... O gece gözüme uyku girmedi. Ama damat da gece boyu tuvalete taşınmıştı. Bu da enteresandı... Ertesi sabah damattan ses seda yoktu. Gülazer ise bu hali çoktan kanıksamış haldeydi. Öylesine "Cemil nerde?" diye sordum. O da öylesine cevapladı: -Uyanmaz o... Gülazer belli etmese de öğrendim ki üniversite bitirmesine rağmen damat çalışamıyordu. İyiydi has idi ama işsiz güçsüz geziyor, gece yarılarında eve geliyordu. Her gün öğleye kadar yatıyor, öğleden sonra da akşama kadar orada burada dolaşıyordu... Durumu ablama da açtım. Onlar da Gülazer'in mutsuzluğunu hissediyor ama bir şey bilmiyorlardı. Ne asilmiş ki kocasının artık ümitsiz vaka haline gelmiş durumunu kimselere söylemiyordu. Bu ziyaretin üzerinden çok geçmedi... Bir de duyduk ki, Gülazer'in kocası Cemil kalp krizi geçirmiş... Kendi kendime ilk duyduğumda "Demek hastalıklıymış" zannettim. Sonradan öğrendik ki meğer bu delikanlı üniversitede iken arkadaş çevresinin etkisinde kalarak eroine alışmış, zaman içinde tam bir eroinman olmuş biriydi. İşin enteresan tarafı, yıllarca öğrencilerine ilim irfan aşılayan, kendisi iki üniversite bitiren, sürekli okuyup kendini geliştiren, kültür abidesi dediğimiz Fuat Hoca'nın dahi yıllarca haberi olmamıştı. Evlendiğinde bizim gelin farkına varmış. Durumu kayınpederine iletmiş. Fuat Bey önce inanamamış. Durum ortaya çıktığında da on yaş birden çökmüş... Ama Gülazer bu hâli aile sırrı bilip kimseyle paylaşmamış. Nasıl şaşırdım anlatamam. Böylesi iyi kalpli bir insanın, el bebek gül bebek büyüttüğü biricik oğlu nasıl oluyor da böylesi bir hâle düşüyordu? Böylesi bilgi birikimine sahip olan bir baba nasıl oluyor da oğlunun bu hâlinden haberdar olamıyordu? Ben mi? Neye şaşıracağımı neye üzüleceğimi bilemedim, bilemiyorum... Biricik yeğenimin genç yaşta dul kalarak hayatının karardığı bu evliliğe sebep olduğuma mı yanayım? Böylesi edep timsali bir babanın oğlunun böylesi bir illete nasıl olup da bulaştığına mı şaşırayım? O edep timsali gencin hayatının baharında arkadaş çevresinin kurbanı olmasına mı kahrolayım?.. Sabri Kapça-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.