Ağaçlar, kayalar, denizler, nehirler, dağlar, bulutlar, otlar, topraklar, renkler, hayvanlar, çiçekler, insanlar, sesler, kokular, tatlar, dokular, ilâ ahir... Bu saydığım şeylerin hepsi birer sanat eseridir. Biz sanat eseri demesek bile öyledirler. Yani bize öyle hissettirirler. Zira bir dizayna ve estetiğe sahiptirler. Birçoğu güzelliği ile insanı âdeta büyüler. Ve ne yazık ki çoğu kez akıllara bunları yapan gelmez. İlginçtir, insanların dünyasında bu durum tam tersi bir şekilde işliyor. Yani ressamların, heykeltıraşların, mimarların, marangozların vesaire yaptıkları güzel eserlere bakıldığında bunlara hayran kalınıyor ve bunları yapan sanatçıların isimleri zikrediliyor ve methiyeler düzülüyor. Lâkin bu sanatçıların eserlerini ortaya koyarken ilham aldıkları tabiatın bizzat kendisini yaratan Allahü teâlâ acaba ne kadar hatırlanıyor? Mesela çok güzel bir orman manzarasının ustalıkla resmedildiğini görenler beğenilerini gizleyemiyor. Belki ressam da bu durumdan hoşnut oluyor ve gururlanıyor. Peki tuvaldeki ormanın aslı, yani gerçeği düşünüldüğünde ne yapmalı? Gururlar bu noktada kırılır. Hayranlığın yönü değişir. Her şeyi yaratan Allahü teâlâya şükür etmek akla gelir.
Şunu da belirtmek isterim ki sanatçıların eserlerinin ve kendilerinin sanat cihetiyle övülmesinde bir sakınca yoktur. Neticede burada bir mesai mevzubahistir. Nakıs olan husus Allahü teâlânın her an hatırlara gelmemesi hâlidir. Çünkü ilham alınan her şeyi, kullanılan malzemeleri ve sanatkârların bizzat kendilerini yaratan, onlara o kabiliyeti veren Allahü teâlâdır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki mahlukların yaptığı her şeyi esasında yaratan da Allahü teâlâdır. Çünkü her şeyi yaratan her an varlıkta durduran odur. Bütün hamd ve şükürler de aslında ona aittir.
Özcan Emir
Milletim
Dilerim hep gülesin,
Sen çok yaşa milletim.
Hakk'ı hep Hak bilesin.
Sen çok yaşa milletim.
Doğruluktan cayma hiç,
Her daim helâli seç,
Ömür boyu âdil, dinç,
Sen çok yaşa milletim.
Şeytandır küfre sebep
Onda hiledir hesap
İmanını koru hep,
Sen çok yaşa milletim.
Hep dua edip Durdu’m
Rabbim sen koru yurdum,
Muzaffer olsun ordum,
Sen çok yaşa Milletim.,
Durdu Şahin-Şair-Yazar
Süleyman Çelebi: Türbesi Dağınık Selviler mevkiindedir. Mevlid-i şerifi yazan Süleyman Çelebi Bursalıdır. Vezir Ahmed Paşanın oğludur. Annesinin babası Şeyh Mahmud’un Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda çok büyük hizmeti geçmiştir. Yıldırım Bayezid’in divan imamlığını, Ulucami imamlığı yapmıştır. Emir Sultan hazretlerinin öğrencisi, sonra da medresesinde müderrislik yapmıştır. 1409’da Mevlid-i şerifi yazmıştır. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar Mevlid Kandilinde vakıf parasıyla Ulucami’de Mevlid-i şerif okunması Bursa’nın örf ve âdeti olmuştur. Bu örf ve âdet daha sonra ta Türkistan’a kadar yayılmıştır... Yüzyıllardır okuna okuna günümüze kadar gelmiştir. Süleyman Çelebinin bu mevlidi ilk bakışta yapılması kolay görünen, denendiği zaman güçlüğü anlaşılan ve benzeri yapılamayan sade üsluplu bir eserdir. Bu sanata sehl-i mümtenî denir. Bu sanatla yazılan eserlerin dili sade ve sanatsız olduğu için aynı değerde eserin yazılabileceği sanılır. Fakat denendiği zaman benzerinin bile çok zor olduğu anlaşılır. İşte Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i bu sanatla yazılmış bir eserdir.
Yetenekli Kalemlerde önceki yazılar...