Çocuklarınızı çocuklaştırabiliyor musunuz?

A -
A +

İnsan doğduğu zaman, içinde kocaman bir hayret duygusu ile gözlerini dünyaya açar. Çevresindekilerden her şeyi büyük bir heyecanla seyreder. Büyüdükçe büyük bir heyecanla çevresini incelemeye başlar. Çocuk merak ettikçe anne baba onu koruduğunu sanarak, çocuğu merak ettiği şeyden uzaklaştırır. Ellerini topraktan çeker, kurulmasına izin vermez. Bazen doya doya gökyüzünü seyretmesine bile imkân tanımaz. Eline o soğuk cihazı verir, ekran ile onu tanıştırır. Çocuk ekrandaki hızla akıp giden görüntü silsilesini cazibesine kapılır. Dünya bir anda silikleşir, iyileşir gözünde. Bütün hayret duygusunu ekrana akıtır... Büyüdükçe azalır çevreye ilgisi... Bakışları donuklaşır. Bu sefer anne baba endişelenmeye başlar. Yolunda gitmeyen şeyler vardır. İçinde büyüttükleri endişe sarmalı, onları hiç kendi vicdanlarını muhasebe etmeye gitmez... O endişe sarmalını susturmak için bütün profesyonel yollara baş vururlar. Lakin unuttukları bir şey vardır... En faydalı çözüm, kendi içlerinde hayret duygusunu canlandırmak ve çocuklarına da bunu yeniden tattırmak olacaktır... Sakince o soğuk cihazın kapama tuşuna basıp yeniden toprakla çocuğunuzu barıştırın. Beraber toprağa, çamura, suya dokundukça, gökyüzünü seyrettikçe oyuncaklarına döndükçe çocuklaştıkça yeniden canlanacak yüreğindeki hayret duygusu. Yavrunuzun gözlerindeki o donukluk yeniden hayret dolu bakışlara bırakacak yerini... Bir çiçeğe bakınca yeniden kıpır kıpır olacak içiniz... Tefekkür meyveleri ile doyacak kalbiniz... Yavrunuzun başını okşamanın lezzetini, sevdiklerinin yüzüne telaşesiz ve doya doya bakmanın hazzı saracak bedeninizi. Yeniden insan olduğunuzu hatırlayacaksınız. Şu mekanikleşmiş dünyada biraz olsun kendinize nefes alacak bir pencereye kavuşacaksınız. Bunun için bolca şükredeceksiniz...

 

Hadi şimdi elindeki telefonu bırak. Git eşine onu ne kadar sevdiğini söyle. Çocuğuna değerli olduğunu hissettir. Sevdiklerinin gözlerinin içine doyasıya bak. Bir deniz kenarında kesintisiz dalgaların sesini dinlemeyi dene... Boş ver o manzaranın fotoğrafını çekme, zihin albümüne kaydet. Gerekince anılarını kâğıt kalbine. Oradan doyasıya yaşa yeniden o anı... Kendini ve aileni bir ekrana hapsetme. Sana verilen bu kısa hayatı dünya ahiret meyveleri ile süsle...

 

     Amine Kübra Salar

 

 

 

 

 

ŞİİR

 

 

     Unutmam seni

 

 

Güzel birini öyle çok sevdim ki

 

Unutmam onu, unutamam artık...

 

 

 

Güzel gönlünü, gönlüme akıttı

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Yüzüm güldü, senin gül yüzünle

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Kalbime, kalbinle sevgin aktı

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Mühür gözlüm bakışların beni benden aldı

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Gündüzüm, gecem seninle aydınlandı

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Nereye baksam seni görür oldum

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Kadir neylesin hasretinle yanar oldu

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Nahif, zarif o güzel bakışlarını

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Ben seninim, sen benimsin gülüm

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Bedenin, bedenimde 'can' oldu

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Pamuk ellerin, ellerimde bütünleşti

 

Unutmam seni, unutamam artık...

 

 

 

Düşlerimde sen rüyalarımda sen

 

Unutmam seni, unutamam artık.

 

 

 

     Abdulkadir Yılmaz-Samsun

 

 

 

 

KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST

(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)

 

 

Din büyüklerimiz buyurdular ki: İmâm-ı Rabbani hazretleri "kuddise sirruh" bir talebesine yazdığı mektupta, Allah’tan ümit kesmek küfürdür, buyurmuş...

 

O talebesi öyle dertli bir mektup yazmış ki, ben mahvoldum, ben perişan oldum, demiş. İmâm-ı Rabbani hazretleri cevap veriyorlar; Allah’tan ümit kesmek küfürdür. Evvela imanını tazele. İki, eğer Allahü teâlâ sana iki nimet vermişse her şeyi vermiştir, başka bir şey talep etmene ihtiyaç yok, lüzum da yok. O iki nimetten biri, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı. İkincisi de bu yolun büyüklerini tanımak. Arkadaş; görmekle tanımak çok farklı şey. Ebû Leheb, Ebû Cehil, hepsi cenab-ı Peygamberi "aleyhissalatü vesselam" gördü ama tanımadılar. Neden? Çünkü Allahü teâlâ o cevheri onların kalplerine uygun görmedi ve o kalplere nasip etmedi. Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye'de geçiyor; "İyiliğe elverişli olmayan kimse, faydalanamaz, Peygamberi dahi görse." Onun için görmek yeterli değil, tanımak çok mühim. Tanımak bir nasip meselesi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.