Marketlere, şarküterilere baktığımızda, yumurta kolilerinin yanına iliştirilmiş şu tip yazılara çok rastlarız: “Gezen tavuk yumurtası”, “Organik yumurta” … Ya da meyve-sebze reyonlarında, pazar yerlerinde “organik dağ çileği”, “dalından koparılmış armut” gibi ifadeler görürüz.
Peki neden böyle bir yola tevessül ediyoruz? Neden bu tip sloganlar kullanılıyor? Bu soruların cevabını da bizzat kendimizde aramamız gerek. Doğal ortamda, merada, dağda yetişen, kekik kokan arazilerde büyüyen büyükbaş-küçükbaş hayvanların ya da tavukların eti sütü yumurtası mı daha sağlıklı ve lezzetli olur, yoksa kapalı mekânlarda suni yemle beslenenlerin mi? Yine ev yapımı yoğurt hazır yoğurttan daha doğal ve daha lezzetli ve daha faydalıdır. Birçok meyve ya da sebze de yine öyle... Hormonlu ürünlerin aldatıcı dış görünümüne rağmen çoğunun tadı kötüdür. Hormonlu bir domates dışarıdan kıpkırmızı görünür, kestiğiniz zaman içi de güzel görünür. Ancak tadı saman gibidir. Örnekleri çoğaltabiliriz...
Pandemi döneminde, zaman zaman “tersine göç” denen şehirden köye göç de yaşanmıştır. Şehirlerin kalabalık ortamına, araç insan vs. gürültüsüne ne kadar alışık olsak da, hatta kırsal yaşantıyı, pastoral hayatı beğenmeyen insanlarımız olsa da, bir virüsün bizlerde oluşturduğu korku, tedavisi bilinmeyen bir hastalığın verdiği huzursuzluk o virüsten ve hastalığından bir kaçış yolu olarak köye göçü tetiklemiştir. Birçok insanımız köylerde gayrimenkul veya arazi satın alıp pandemi sürecini oralarda geçirmiştir. Köylerimizde de vakalar olmuş, zaman zaman karantinaya alınmıştır. Ancak, şahsi kanaatim şu ki, kırsal kesimde yaşayan insanlarımız bu hastalığı, doğal besinlerin sayesinde daha kolay atlatmıştır...
Sonuç olarak diyebiliriz ki sağlığımız için mümkün olduğunca doğal olanlardan tercih etmeli, hormonlu besinlerden uzak durmalıyız.
Burak Elitez-Balıkesir
ŞİİR
Yazar bu sözleri bir garip,
Derdi çoktur bekler hem tabip,
Gelir mi acep bir muhip,
Babın umut kapısıdır ya Muin...
Etrafa bakarım bir şaşkın,
Emmare nefsim hepten taşkın,
Şerliler eder daim akın,
Kapın umut kapısıdır ya Mahfuz...
Dünya gurbetinde ne de şaştık,
Kulluğu unutup haddi aştık,
Özümüzü har odlara attık,
Bab-ı keremine geldik ya Kerim...
Garbın bu ücra köşesinde,
Dosttan yârden ırak bir yerde,
Boynu bükük gezer bu hâlde,
Gaffar ez-zünubsun ya Gafur.
Orhan bitaptır amma kulundur,
Ölüm, fâni hayatın sonudur,
Berzah ukbanın az önüdür,
Küllü senin mülkündür ya Melik.
Bab-ı umut: Umut kapısı.
Gaffar ez-zünub: Günahları affeden.
Berzah: Dünya ile ahiret arasında ruhların kıyameti bekledikleri yer.
Ukba: Öbür dünya, ahiret.
Orhan Yavuz Ejder/Akhisar-Manisa
“Rahmetli dedemin bana çocukluğumda anlattığı ve her zaman kendime ilke edindiğim bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum:
Çölde devesiyle birlikte yürümekte olan bir çöl insanı güçlükle hareket eden, susuzluktan ölmek üzere olan bir adama rastlamış. Adam Allah rızası için su istemiş. Devesinden inip bir çare adama suyundan vermiş. Suyu içen adam birden çöl insanını ittiği gibi deveye atlayıp kaçmaya başlamış. Çöl insanı arkasından bağırmış:
-Tamam deveyi çalıyorsun ama senden bir ricam var. Sakın bu olandan kimseye bahsetme.
Bu isteği anlamsız bulan hırsız şaşırmış ve neden diye sormuş…
-Eğer bu yaptığını anlatırsan, bu dilden dile yayılır ve insanlar bir daha çölde yardıma muhtaç birini görünce yardım etmezler.
Bu hikâyeye göre birisine iyilik etmekte acele etmemenin lazım geldiğini ve her karşılaşılan kötülüğü de anlatmamak gerektiğini bir nasihat olarak hayatıma ilke edindim.
Süleyman Akıllı-Kocaeli
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...