Diyor ki bir bilim insanı: Vücut mükemmel bir makinedir. Onu tam anlamıyla anlamak ve anlatmak insan için asla mümkün değil. İnsan kendi vücuduna aslında doğal yaşayışının dışında hiç müdahale etmezse, ona hiç karışmazsa o kendi kendine, kendisini sevk ve idare etmeye, kendi kendini tamir etmeye kendi kendini yaşatmaya göre ayarlı ve planlı olarak var edilmiştir. Vücutta ileri zamanlarda meydana gelebilen ve sebebi de yine insanın bulunduğu ortamlara göre yaşayış, duruş oturuş vesaire gibi sebeplerle bir aksama olduğunda ki biz buna rahatsızlık veya ileri devrelerinde hastalık diyoruz bunları yoluna koymaya, bunları düzeltmeye veya bizim anladığımız haliyle iyileştirmeye kendisi muktedir olarak yaratılmıştır.
Hani Büyük İskender'e "güneşime gölge etme başka ihsan istemem" diyen Diyojen var ya, işte vücut da bize “bana karışma yeter” diye âdeta yalvarmaktadır.
Ama biz insanlar olarak teknolojik gelişmeleri hemen vücudumuzda uygularız. O yürümek, ayaklarını çalıştırmak ister biz onu oturarak götürürüz. O gece yatmak ister gece yarılarına kadar uyutmayız. Yazın sıcak sebebiyle terlemesi gerekirken klima ile terletmeyip doğal ortamına müdahale ederiz. Ter vücuttan toksin atmanın yollarından biri değil midir?
Öte yandan doyduğu hâlde doygunluk hissine rağmen ne bulursak atıştırır kapasitesini zorlarız. Bir de her şeyi otomatik makineye yaptırıp onu hiç çalıştırmamayı başarı sayarız. O ise çalışmaya hareket etmeye ayarlıdır. İşleyen demir ışıldar denildiği gibi çalışan, hareket eden vücut daha sağlıklı olur. Vücut aslında doğadan bir parçadır. Dört mevsime uyum içinde yaşaması ve dört mevsime göre beslenmesi ve hareket etmesi gerekir. Neyse bu konu bilim adamlarının alanıdır haddimizi bilelim ama şunu da bilelim ki “eden kendine eder” atasözüne bence en iyi örnek insanın kendi vücuduna yaptıklarıdır.
Akif İnan İzgördü
ABA: Yünden dokunan, sonra dövülerek veya tepilerek yapılan, kalın, kaba bir kumaştı. Bugün memleketimizde pek rastlanmaz. Bazı yörelerimizde çobanlar tarafından giyilen yünün serilip dövülmesiyle yapılan kalın keçe ise kepenek yapımında kullanılır. Kepenek, sırtta taşınan, başlıklı, kalın, paltoya benzeyen kolsuz bir giyecektir. Soğuk ve yağmur geçirmediği ve sıcak tuttuğu için çobanlar tarafından tercih edilir. Eskiden abadan cübbe, hırka, çakşır ve terlik gibi giyecek de yapılırdı. Bazı tarikatlarda sabır makamında olan dervişlere aba giydirilirdi. O tarikatın mensupları arasında aba giyen dervişin sırtına el ile vurulurdu. Onu her gördükleri yerde sırtına vururlar, o da hareketlere sabrederek zamanla olgunlaşır, başına gelen çeşitli sıkıntılara katlanarak, sabrı ve razı olmayı öğrenirdi. Bunun için “vur abalıya” sözü meşhur olmuştur. Aba, ferecî, sıkıntılardan kurtulmak için giyilir. Ferecî demek şeyhlerin ve ulemanın giydiği çok geniş ve bol üstlük demekti. Bu durum peygamberlerde de vardır. Hazret-i İbrahim ateşe, hazret-i Yusuf da kuyuya atılırken böyle gömlek giymişler ve sıkıntıdan kurtulmuşlardır. Buna aba yani ferecî denmiştir.