Evet insan kelimenin tam anlamışla düşündüğü şeydir. Düşüncelerinin toplamı karakterini oluşturur. Eylem düşünce filizidir; neşe ve keder onun meyveleridir, bu yüzden insan kendi çiftliğinde yetiştirdiği tatlı ve acı meyveleri toplar.
Doğru düşünce asil ve ulvi bir karakteri oluştururken, adi ve kötü karakter de aynı şekilde sürekli olarak benimsenen alçakça düşüncelerin bir neticesidir. İnsanı olgunlaştıran da ham bırakan da kendisidir. İnsan düşüncelerini doğru seçerek ve yerinde uygulayarak ilahi mükemmelliğe ulaşır. Düşüncelerini kötüye kullanarak ve yanlış yerlerde uygulayarak hayvanlardan bile alt seviyeye düşer. Bu iki uç arasındaki her şey karakterinin aşamalarıdır ve insan hem bunun sahibi hem de efendisidir.
Altın ve elmas yalnızca daha fazla araştırma ve teknik bilgiyle elde edilir, aynı şekilde insan ruhundaki cevhere ulaşmak için daha derinleri kazdıkça kendi varlığı ile bağlantılı her türlü gerçeği bulabilir.
“Aklımızdaki düşünceler bizi anlatır, ne olduğumuzu düşünce ile yoğrulup hangi şekli aldığımızı. Kişi eğer kötü düşüncelere sahip ise, acı peşine dolanır ve onunla yuvarlanıp gider…
… Kişi eğer temiz düşüncelere sahipse mutluluk da onu izler kendi gölgesinde elbette.” İnsanlar şartlarını düzeltmeye heveslidir; ancak, kendilerini düzeltmeye isteksizdir. Zengin ama hasta bir insan, hastalığını gidermek için para vermekten kaçınmaz ama beslenmesine hiç dikkat etmediği taktirde, aldıkları netice pek istedikleri gibi olmaz. Yani insan işe kendinden başlamalıdır. Yoksa sonunda çabaları beyhude olur ve sonu hüsran olur.
Mutluluk, sağlık ve başarı insanın kendisiyle çevresinin uyumlu olmasının neticesidir. Uyum gösterme süreci ruh ve beden sağlığının, huzurunun dengede olma hâlinden başka bir şey değildir. İnsanın buralara gelebilmesi, düşüncelerinin oluşması ve uygulamasıyla yakından ilgilidir.
Nurettin Bozan-Eskişehir
Numan Aydoğan Ünal abime ithaf
Sevinir okuyan bir genç görünce,
Bilgi paylaşımına başlar hemence
Kazansınlar seadet-i dareyni
Mesut eder istişare edeni.
Umutsuzluk yok asla lügatinde
Halleder peki diyenlerin işlerini
Tayin eder yoksa hedeflerini
En başından sonuna hep takipte.
Rahat edip söz sahibi olsunlar
En kıymetli yerlerde çalışsınlar
Malayani ile uğraşmasınlar
Namazları asla kaçırmasınlar
Unutulmaz nasihatleri bunlar
Her alanda mütefekkir olsunlar,
Aslına, nesline, tarih ve dile
Nemelazım demeyip uyansınlar
Üniversiteyi vasıta bilip
Niçin okuduklarını bilsinler
Mest eder sohbetleriyle bizleri
Bir kişi daha kurtulsun isteği,
Zevklenir anlaşıldıkça sözleri
En güzellikler hep onunla olsun
Mikdat Kaya
TAKKECİ İBRAHİM EFENDİ: On beşinci asırda yaşayan ve takke satarak geçimini sağlayan İbrahim Efendi kanaatkâr bir mümindir. Fakat gönlünde bir cami yaptırma arzusu vardır. Birkaç gece aynı rüyayı görür: “Bağdat’a git, İmâm-ı Azam Kapısı’ndan gir. Orada hurma ağacına sarılmış asmadaki üzümden ye senin nasibindir” der. Takkeci İbrahim Efendi İstanbul’dan meşakkatli bir yolculukla gidip üzümden yiyerek geri dönecekken der ki görevli:
“Bir rüya için bunca zahmete katlanılır mı? Ben bir yıldır aynı rüyayı görüyorum. Rüyamda bana İstanbul’a git, Topkapı’da Takkeci İbrahim Ağa’nın evinin bodrumunda iki küp altın var, çıkar al diyorlar” gitmiyorum. Takkeci İbrahim Efendi mesajı almıştır. Geri döndüğünde evinin bodrumu kazar altınları bulur ve onlarla cami yaptırır. Böylece Takkeci İbrahim Efendi Camii inşa edilir. Bugün 1988 yılında yayınlanan Simyacı hikayesi dünyaca meşhurdur ama beş asır önce yazılan Takkeci İbrahim Efendi’nin hikâyesini neredeyse kimseler bilmez!..