Bilindiği üzere İslamiyet’te bilmemek özür değildir. Yani İslamiyet bilgilerini bilenlerle bilmeyenlerin mükellefiyet açısından bir farkları yoktur. Bu bilgileri bilenler de bilmeyenler de fiillerinden mesuldür. Tıpkı dışarıdaki kanunlar gibi. Mesela bir kimseye yaptığı hırsızlıktan dolayı ceza verilmek istendiğinde bu kişi "ama ben hırsızlığın suç olduğunu bilmiyordum" diyemez. Bu kimseye yine ceza verilir. Binaenaleyh İslam dininde "ben günah olan işleri bilmediğim için onlardan sakınamıyorum" veya "bilmediğim için dinin emirlerini yapamıyorum. Eğer bilseydim yapardım" gibi sözler haksız sözlerdir.
Peki bu niye böyle? Neticede kişi bilmiyor ve buna bağlı olarak kişiden bilmediği bir şey istenmiş oluyor. Düz mantıkla bakıldığında kişiden talep edilen şey hiç de makul görünmüyor. İşte tam da bu noktada bilmemenin sebebine bakmak gerekecek. Bilmemenin sebebi direkt olarak insanın iradesiyle alakalıdır. Kişi bilmiyor, çünkü herhangi bir mâni olmaksızın bilmeyi istememiş. İslam âlimlerinin sözlerini ve yazılarını merak etmemiş. Belki de kulak asmamış. Eğer isteseydi öğrenebilirdi. İşte kişi, bu iradeyi koymama neticesindeki cehaletinden ötürü kötüleniyor ve bu hâl bir mazeret kabul edilmiyor. Kültürümüzde bununla ilgili çok güzel bir atasözü vardır: "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp." Atasözü laf kalabalığının önüne geçercesine meseleyi kısa ve net bir şekilde anlatmıştır. Yani kişi bilmediği için değil öğrenmediği için ayıplanıyor.
Çünkü İslamiyet’i bilgileri kolaydır ve ortadadır. Gizli ve saklı hiç değildir. Hatta bazen kişinin çabası aranmaksızın bu bilgiler ona bir şekilde ulaştırılır. İsterse bu kişi en ücra coğrafyalarda hayat sürsün. Bu kişi Ehl-i sünnet âlimlerini keşfetse bile onlara itibar etmeyebilir. Çünkü ihtimaldir ki nefsi başka bir şey arzulamaktadır. Neticede herkes istediğini seçer.
Özcan Emir
ŞİİR
Acı veriyor kalbimle buğzetmek
Haykırıyorum dilimle
Anlatmaya çalışıyorum mühürlü kalplere
Elimi uzatamamak kahrediyor
Dudak bükenleri görüyorum
Eli kolu kopanlara acımadan
Ürperti kaplıyor bedenimi
Dilim dilim doğruyorlar her zerremi.
Neden diyorum neden bu vurdumduymazlık
Kundaktaki onun yavrusu olmadığı için mi
Başı gövdesinden ayrılan
Onun kardeşi olmadığı için mi?
Yoksa gülerek öldürülen
Onun anası olmadığı için mi?
Zaten yok edildi özümüz kökümüz
Bu kadar mı dilsiziz sağırız körüz?
İnanıyoruz ki böyle ölürsek
Hepimiz şehidiz
Yarın emr-i Hak vaki olunca
Rabbime nasıl arz ederiz?
Erdinç Kaya
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Bir mübarek zat buyurmuş ki; siz hakiki bir Müslüman olun, lâyıkıyla ibadet yapın, Allaha teslim olun, isterse dünya saltanatı içinde yaşayın, hiç mahzuru yok. İş, sıdk-ı sadakatle, kendisini İslamiyet’e intibak ettirmektir. Çünkü cenab-ı Hak bu kullarını daha yaratırken hasta yarattı. Bu hastalığın tedavisi şarttır. Bunun doktoru, büyüklerin ruhudur. Evet onlar vefat ettiler, ama ruhları bizden ayrı değil efendim... Biraz da tabii korkmak lazım, çünkü; onlar vefat etmekle bizi bırakmazlar, bizden ayrılmazlar. Ruhları her zaman bizlerle beraberdir...
Peki, nasıl istifade edeceğiz? Mutlaka hatırlayarak, anarak, onlara Fatiha okuyarak. Yoksa sadece bakar geçerler; ama istifade edemeyiz. Bulut gelir geçer, o bulutun yağmur vermesi için, bir irtibat kurmak lazımdır. O irtibat da ya bir Fatiha okuyarak ya kitap okuyarak ya kabirlerine giderek olur. O bağlantı sebebiyle, onlar zaten vermeye hazırdır."
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...
O büyüklerin (Ehli sünnet alimleri ve velîlerin) bakışı bile yeter.