Tam iki asırdır kendimizden kaçıyoruz. Tam iki asırdır kültürel estetik operasyonlar geçiriyoruz. Bir afeti devran sanarak peşine düştüğümüz Batı'nın kültür medeniyeti potasında eriyerek tükenme noktasına geldik. Artık o eski hâlimizden eser yok şimdi. Hiçbir taklit aslının yerini tutamadığı gibi, hiçbir taklitçi de aslını muhafaza edemez. İşin garibi geçen bunca zaman içinde kendi aslımızı da unutmaya yüz tuttuk.
Psikolojide kendini beğenmeme hastalığı diye bir hastalık var: Dismorfofobi. Kişi burnunu, kulaklarını, bacaklarını çirkin bulup içine kapanır, kendine ve çevresine daha güzel görünmek için imkânları ölçüsünde makyaj ya da estetik operasyonlar yapar. Bunlar belli ölçüde kabul edilebilir, fakat Michael Jakson gibi yeniden başkalaşma derecesine ulaşırsa artık ciddi hastalığa, büyük travmalara yol açabilir. İşte Tanzimat aydınlarımızın düştüğü bunalım ve hastalık tam olarak buna benzemektedir. Paris’in sefahat hayatı kafalarını öyle sarmıştı ki, âdeta kendilerini kaybetmişlerdi. “Paris’e git Paris’e, akl u fikrin var ise / Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” mısraları yegâne şarkıları hâline gelmişti. O zamanlar Batı, Paris demekti. Paris’e gidemeyenler, Paris’i İstanbul’a getirmeye çalışırdı. Evlerini ve sokaklarını, giyim kuşamlarını, hatta konuşmalarını, gülünç olma pahasına, Paris’e benzetmeye çalışırlardı. Ahmet Mithat Efendi “Biz, son devir muharrirleri, maarif-i garbiyeyi Şark’a ithale çalışan birer mustağribiz (Batıcıyız)” diyerek belki de bu durumu en net bir şekilde açık yüreklilikle ifade etmiştir.
Bir zamanlar yedi olan Mehlika’nın kara sevdalıları şimdilerde bire yedi yüz oldu. Hepsinin vardıkları yer dipsiz kuyular. Hepsi de parmaklarındaki gümüş yüzükleri sıyırıp suya atmış, kalplerinde ve kafalarında kocaman boşlukla kalakalmıştır. Konumuza yarın da devam edeceğim...
İdris İspiroğlu
ŞİİR
Sisli hava ararken el yordamı ile seni
Düştüm keder çukuruna birden feryat figan
Duyan olmadı kimse yoktu. Ben hasarlı
Gözlerde yağmur ruhumda deprem
Biten. Yitirdiklerimden kalan bakiye ben.
Beledim gelirsin diye çok gönlüm umutlu
Ruhum artçılarla sallanmakta. Aklım dağılmış
Bir hâlde bitap. Gidenleri saymakta hüzünlü
Ölümü bekler ölmüş hâlde nefes sayımında
Acılar sıkıntılar peşimde kaçmak istediğim an
Ayrılık, hüzün ve keder kahkaha ile gülmekte
Ben derinliğin derininde ezilerek işkencede
Sen kim bilir nerede, mutlu yaşamaktasın
Ben musallada son kez ön safta...
Lütfü Yarar
BUĞDAY: Ülkemizde 500’e yakın buğday çeşidi vardır. Her bölge ve iklim kuşağında farklı türleri yetiştirilir. Dünyada da stratejik açıdan önemli bir yer tutar. Buğdaya farklı işlemler uygulayıp birçok alanda faydalanabiliriz. Buğday beslenmemizin temelini teşkil eder. Buğday protein, nişasta, fosfor, B grubu vitaminler yönünden zengin olmakla birlikte A, D vitaminleri ve kalsiyum da içerir.
Buğday, içinde bulunan proteinler sayesinde yetişkinlerde vücut ağırlığını korur. Gençlerde ise büyümeye yardımcı olur. Ayrıca nişasta deposu olmasıyla vücudun enerji ihtiyacını karşılar. İçerdiği yağlar vücutta yapıtaşı olarak hücrelerin yenilenmesi ve doku elastikiyetinin artmasına yardımcı olur. Fazla kilolular için de iyi bir rejim (diyet) yemeği olabilir Buğdayın yanında peynir ve meyve gibi gıdalar tüketerek besin ihtiyacının çoğu kazanılabilir. İçinde bulunan E vitamini ile de vücut için çok zararlı olan serbest radikal denilen maddelerin yaptığı tahribatları önler. Bu maddeler kanserin yanı sıra hücrelerin bozulmasına sebep olan etkiler gösterir. E vitamini ise bu maddeleri etkisiz hâle getirir.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...