İnsan, cemiyet hâlinde yaşamaya meyilli bir varlıktır. Asırlardan beri de insanlığın yaşayış biçimi böylece süregelmiştir. Ve insan nasıl bir çevrede yaşıyorsa o çevreye de uyum sağlamıştır. Nitekim insan yaşadığı çevreye adapte olma eğilimindedir. Kırsal bir yörede yaşayan bir insanın adapte olduğu özellikler ile şehir ortamında hayata gözlerini açmış bir insanın hayatı boyunca adapte olduğu özellikleri birbirinden ayrıştırmak pek tabii mümkündür.
Bir kimsenin yaşadığı çevre ile beraber edindiği dostluklar ve arkadaşlıkların, içerisinde bulunduğu cemiyetlerin onu etkilemeyeceğini söylemek çok zordur. Belki de imkânsızdır.
Atalarımız “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” demişlerdir. Yine büyüklerimiz; “İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli” buyurmuşlardır. Hatta “Önce yoldaş, sonra yol” buyurmuşlardır.
Bir kimse ne kadar iyi olsa da kötü kimselerle beraber olmaya devam ettiği müddetçe farkında olmadan ondan etkilenmeye başlar. Maddî yönde, farkında olmadan, beraber bulunduğu kimsenin sözlerinden ve fiillerinden etkilenir ve kendisi de bunları yapmaya başlar. Manevi yönde ise karşısındakinden kendi ruh aynasına akseden zulmet, bu ayna üzerinde leke bırakmaya başlar ve zamanla kararır. Bu yüzden mezkûr cümlede bahsedildiği gibi, seveceğimiz kimseyi iyi seçmeliyiz. Kötü huylu kimseler ile beraber bulunmamız gereken ortamlarda da bunlarla beşerî münasebetlerin gerektirdiği kadar görüşmeli, bundan fazlasını öldürücü zehir bilmeliyiz...
Şimdi bir dakikalığına oturup düşünelim, beraber bulunduğumuz kimseler ile hangi menfaatimiz için bir arada bulunuyoruz. Şunu da hatırlatmakta fayda var ki, dünyalık dostluklar dünyada kalır, belki de hüsranla sonlanır. Ancak temeli maneviyatla atılmış dostluklar, ahretlik arkadaşlıklar hem dünyada hem ahirette bizim yanımızdadır ve iki cihanda da faydası vardır.
Enes Osman Aytekin
Birkaç satır
Gelen gider doğan ölür
Alan satar satan alır
Aramaz hiç gönül hatır
Ben de yazdım birkaç satır
Kapıda kalmayınca öküz katır
Derler bir tekme de sen vur batır
Zaten bu müstahaktır buna haktır
Ben de yazdım birkaç satır.
Kirayı vermez hemen evden attır.
Elindekini kelepire sattır.
Akşam da olunca evinde yatır
Ben de yazdım birkaç satır
Kalktı vefa bilinmez pek de hatır.
Meğer makam pulaymış bunca hatır.
Fâni dünya bizi hep böyle kandır
Ben de yazdım birkaç satır.
İnsana iman ilim ahlak şandır
Şu gördüğün varlık dört anasırdır
Basireti açıklara ayandır
Ben de yazdı birkaç satır.
Orhan bu âlem geçici bir handır
Zevki sefası, akıbeti hardır
Malın mülkün sonu elbet virandır
Ben de yazdım birkaç satır.
Orhan Yavuz Ejder/Akhisar-Manisa
BUDAPEŞTE: Macaristan’ın başşehri olup Berlin’den sonra Orta Avrupa’nın en büyük ikinci şehridir. Şehir Tuna Irmağı üzerindedir. Irmağın batı (sağ) kıyısındaki Buda, doğu (sol) kıyısındaki Peşte ve Buda’nın kuzeyindeki Obuda şehirlerinin 1873’te birleşmesiyle Budapeşte ismini almıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Budin ve Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hâkimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Ticaret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte, bir taraftan zengin bir ticaret şehri görünümü alırken, burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa şehrine bir Osmanlı yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1662 yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır. Evliya Çelebi, Buda’da 25 câmi, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu bildirmektedir.
Zünnûn-i Mısrîyi habs etmişlerdi “kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz”. Günlerce aç kalmışdı. Bir kadın, iplik parası ile hâzırladığı yemekden gönderdi. Yimedi. Kadın işitince, üzüldü. "Halâl para ile yapdığımı biliyorsun, niçin yimedin?" dedi. "Evet yemek halâl idi. Fekat, zâlimin tabağı içinde getirdiler." buyurdu...