Bir gün Nasrettin Hoca rahmetli, eşeğine binerken dengeyi ayarlayamamış yere yuvarlanmış. Ne yapsın Hoca, çevreye madara olacak... “Ah ihtiyarlık ah” demiş. Sonra yavaşça ayağa kalkarken şöyle bakmış ki kimse yok. Mırıldanmış:
“Ben senin gençliğini de bilirim...”
Hoca’nın eşeğine binemeyip düştüğü fıkrasını konumuza göre irdelersek Hoca düştüğünü açık açık söyleseydi daha güvenilir olup hatta alkış almaz mıydı? Ama Hoca ne yaptı? İhtiyarlık sebebiyle binemediğini bahane etti. Rol yapmaya kalkıştı. Kendisine de çevresine de gerçeği saklamaya çalıştı. Bu sözüne inananlar çıksa da profesyonel bakıldığında binemediği için düştüğü açıkça belli oluyordu...
Yani aslında gençken de binemez düşermiş Hoca... E niye kendini saklamak istemiş?
O da günümüz insanına ders vermek için... Bizim de fıkrada onun komik duruma düştüğü gibi gerçek hayatta komik duruma düşmememiz için...
Biz de aslında çevremize karşı birçok konuda öyle değil miyiz?
Aslında kendimizi bildiğimiz hâlde çevremize karşı rol yapmaya çalışırız. Gerçeğimizi söylemekten çekinir, utanırız.
Oysa doğrusu, bütün bunlarla uğraşmak yerine olanı olduğu gibi sahiplenmektir. Bilmiyorsan bilmediğini söyleyebilmektir. Başaramadı isen “başaramadım” diye itiraf edebilmektir. Söz verdiğin hâlde yerine getiremedi isen açık yüreklilikle bunu dile getirip özür dileyebilmektir.
Bunlar, kendini olduğundan farklı göstermek için vereceğin çabadan daha kolaydır. Daha etkileyicidir. Daha itibar daha güven kazandırır.
Çünkü, kendini olduğundan farklı göstermek için verdiğin çaba profesyonel gözle zaten hemen fark edilir. Rol yaptığın, numara yaptığın, kolpa yaptığın anında anlaşılır ve tercih edilme kredin düşüverir. Sen olsan böyle yapan böyle davranan birisine güven duyar mısın sonraki iş ve eylemlerinde? O kimseyle yola çıkmak, o kimseyle arkadaşlık yapmak, o kimseyle alışveriş yapmak içinden gelir mi?
Uğur Türkmen
Hayal
İçimden fışkıran feryadı figanı
Duyan hisseden var mı?
Sağanaklar, seller, fırtınalarda kalbim
Boğulmakta ama ölüm gelmemekte
Bir el beklemekte, sen neredesin var mısın?
Gözlerin gözlerimde idi seviyordun
Bize ölüm yoktu, el ele birlikte ölecektik
Canım bir tekerlekli sandalyen bir de aşkım
Hepsi senin dedim; dedim gel tut elimi
Tuttun sandım en mutlu anda vurdun.
Ölümü aradım çünkü ölüm kurtuluşumdu,
Öldürmedin yaralı bıraktın bitti dediğin yerde.
İnanamadım meğerse katil senmişsin zalim
Kaderde katilime âşık olmak varmış
Yüzüne söyleyeceğim de...
Bilemiyorum,
Var mısın, hayal misin, rüya mısın?..
Lütfü Yarar
ZAAF: 1. Aşırı ilgi duymak, düşkünlük. 2. İrade zayıflığı 3. Eksiklik, yetersizlik.
ZAFİYET: 1. Zayıf olma durumu, zayıflık. 2. Bitkin düşmek, bitkinlik.
MARUZ: 1. Bir olayın, bir durumun etkisinde veya bir olay veya durumla karşı karşıya bulunan 2. Arz edilen, sunulan, verilen.
MAZUR: Mazereti olan; mazeretli,
MUHABERE: 1. Haberleşme. 2. Yazışma 3. İletişim.
MUHAREBE: 1. Savaşta yapılan çarpışmalardan her biri. 2. Mecaz anlamda güçlü tartışma.
TAZMİNAT: Zarar karşılığı ödenen para; TDK’ya göre ödence.
TANZİMAT: İdari işlerin düzeltilmesi için alınan tedbirlerin ve uygulamaların tamamı. Sultan Abdülmecid Han zamanında, 1839'da Gülhane Hattı Hümayunu adıyla anılan bir fermanla ilan edilen, yönetimi iyileştirme tasarısı ve bu iyileştirmenin yapıldığı dönem.
Yetenekli Kalemlerde önceki yazılar...