İzlediğim bir dokümanter filmde, geçmişte meydana gelen "Nuh tufanı"ndan bahsediliyordu. Tufan hadisesi dinî metinlerde ve kadim medeniyetlerin vesikalarında geçiyordu. Bunlara göre eski bir zamanda dünyada bir tufan olmuş ve tüm yeryüzünü sular kaplamış, inşa edilen bir gemiye binen bir grup insan bu felaketten kurtulmuş, geri kalanlar ise boğularak ölmüştür...
Burada dikkatleri çekmek istediğim husus tufanın yerel bir hâdise değil, global bir hâdise olduğudur. Yani bu şekilde cereyan ettiği anlatılmıştır. Film bu bilgilere değindikten sonra böyle bir hâdisenin olamayacağını iddia etti. Bu noktada filme daha da dikkat kesildim. Filme göre dünyadaki su miktarı, yani denizlerdeki suların miktarı tüm karaları kaplamaya yetecek kadar değildi. Bu tespitlerine göre sular ne kadar kabarırsa kabarsın, yağmur ne kadar yağarsa yağsın yine de suyun ulaşamadığı topraklar olacaktı...
Bu sözleri bana hemen Nuh aleyhisselâmın gemiye binmeyi reddeden oğlunun sözlerini hatırlattı. O da suyun ulaşamayacağı yüksek dağlara kaçarak kurtulacağını söylemişti. Şimdi bu film de benzer şeyler söylüyordu. Gerçekten çok ilginç ve ibretlik bir durum. Mekân ve zaman değişse de aynı zihniyet yine karşımıza çıkabilmektedir.
Ne yazık ki kâinattaki hâdiseler analiz edilirken Allahü teâlâ hatırlara gelmeyince böyle yanlış neticelere varılıyor. Bunlar düşünmüyorlar ki miktarını yetersiz gördükleri suyun kendisini yaratan Allahü teâlâdır. Dilerse su üstüne nice sular yaratabilir. Düşünmüyorlar ki Allahü teâlânın kudreti her şeye yeter. Yarattıkları üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunur. Maalesef bu temel bilgilerden mahrumlar. Her şeyi madde üzerine sahip oldukları sınırlı bilgileri bu kısa akıllarına göre yorumlayıp birtakım yanlış neticelere varıyor ve bunları bilim diye öne sürüyorlar.
Özcan Emir
ŞİİR
Nazlı yardan ne haber?
Şebnemler kıskanır gözüm yaşını
Âşıklar kıskanır kalem kaşını
Dostlarım sormayın aşkın yaşını
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Elimi, kolumu, yollar bağladı
Dostlarım benimle her gün ağladı
Âşıklar arayıp hâlim sormadı
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Gönlüme hançeri rakip sapladı.
Aklımı başımdan alıp, sakladı.
Ummadık zamanda, gelip, yokladı.
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Gülistan güllerin soldu görsene.
Bülbüller seherde ağlar gelsene.
Bunca yıl ağlattın, bir kez gülsene.
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Tarihte görmedim böyle davayı.
Âşıklar yaşıyor ancak sevdayı
Bıraksan diyorum artık kavgayı.
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Umudum aşkımın yandı dününde.
Bir ömür geçirdim, sensiz sürgünde.
Şeb-i aruz gibi ahir ömrümde.
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Aciz'im söylerim bütün cihana
Âşıklar yurdundan geldim meydana
Zalimler meclisi koydu zindana
Kara gözlü nazlı yârden ne haber?
Aciz-Abdurrahman Gök
TARİHTEN BİR YAPRAK
LALELİ CAMİİ: 1759 yılında başlanılan Lâleli Câmii 1763 yılında bitirildi. Kemerler üzerine kurulan bu ibadethaneyi, Mehmed Tâhir Ağa yaptı. Merkezî kubbe sekiz sütuna dayalı kemerler üstünde olup altı yarım kubbe ile çevrilidir. Câminin iç duvarı somaki mermerlerle kaplıdır. Yapım tarzı ve konuluş şekliyle ayrı bir özelliği olan 105 penceresi vardır. Hünkâr mahfili sol taraftadır. İç avlusunda kemerler, esas yapıda olduğu gibi kendini gösterir.
Burada, 16 sütuna dayalı 18 kubbe bulunur. Ortada sekiz sütunlu şadırvan vardır.
Tek şerefeli zarif iki minareden sağdaki, cami ile beraber, diğeri altı sene sonra yaptırılmıştır. 1765 depreminde zarara uğrayan cami, 1783’te tamir edildi. Bundan sonraki senelerde tamirat görmüş ve 1958 yol yapımı zamanında cümle kapısı geriye doğru çekilmiştir. Câminin etrafında imaret, sebil, türbe, muvakkithane, han, hamam ve dükkânlar vardı.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...