Srebrenitsa Soykırımı ve Bosna

A -
A +
 
Geçtiğimiz hafta 11 Temmuz insanlık tarihinin bir kara lekesi olan Srebrenitsa Soykırımı’nın 27. yıl dönümüydü… O gün Sırp askerleri Bosna Müslümanlarını ve Bosna Hırvatlarını yollarda, dağlarda nerede buldularsa katletmişlerdi.
Gidenler bir daha geri gelmiyor… Elbette o soykırımda şehit düşen Boşnak kardeşlerimizi rahmetle anıyoruz. Ama o savaş günlerinde dünya bir lider tanımıştı… Adı Aliya İzzetbegoviç’ti… Diyordu ki: “Ne yaparsanız yapın ama bu soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır...” Evet barış içinde yaşamak için herkes birbirine saygılı olmalıdır… Anlaşmalara sadık kalınmalıdır… Ama her zaman kendini koruyacak şekilde de güçlü olunmalıdır…
Aliya İzzetbegoviç’in Tarihe Tanıklığım isimli bir eseri var…  Ketebe Yayınlarından çıkmış bir Düşünce eseri… Hazırlayanların eline sağlık… Onu okuyorum şimdi… Yüzölçümü 51.129 km2 olan Bosna-Hersek’in dününü bugününü de anlatıyor eserin girişinde… Jeopolitik bir bütün olarak Orta Çağ’dan bu yana tarihte kesintisiz yer alan kadim Avrupa ülkelerinden biriymiş aslında Bosna… 1463 yılında Türkler gelmişler Bosna’ya… Batılı bir seyyahın dediğine göre 1595 yılında Osmanlı İmparatorluğunda en çok konuşulan üçüncü dil olmuş Slav dili… Birçok sadrazam çıkaran İstanbullu Sokollu ailesi, Bosna kökenliymiş. 16 ve 17. Asırlarda Bosna kökenli toplam dokuz sadrazam görev almış devletimizde…
Türk idaresi altında nüfusun büyük kısmının İslam'a geçmesi Bosna'nın yakın tarihindeki en mühim ve en kayda değer hadisesi olarak öne çıkıyormuş.
Saraybosna'da Osmanlı daha ilk çeyrek asırda cami, tekke, misafirhane, hamam, Milyatska Nehri üzerinde köprü inşa etmişler… Bunların kalıcılığı için de vakıflar kurulmuş… Hatta 1878'de Bosna'nın Avusturya tarafından işgali sırasında ekilebilir arazilerin üçte birinin vakıfların mülkiyetinde olduğu tahmin ediliyormuş… Bu eser bana, devletine ve milletine günübirlik değil tarihin dününü de hesap ederek bakmayı çağrıştırdı.
           Orhan Sabri-Manisa
 
 
 
ŞİİR
 
          YOLCULAR
 
Vefa yoksa başka haslet aramam,
Başın pınar, ayakların göl olsun.
Minnet mendiliyle, yara saramam,
Başın pınar, ayakların göl olsun.
 
Gitsen de bir, kalsan da bir bu demde,
Gözün başka, gönlün başka âlemde,
Gücüm de yok, vaktim de yok, çarem de,
Başın pınar, ayakların göl olsun.
 
Eller bilmez, eloğlunun derdini,
Gam çekersin, sıvazlarlar sırtını,
Hesap etme hiç önünü, ardını,
Başın pınar, ayakların göl olsun.
 
'Gıyâbi’yi, dinlemezsin bilirim,
Yokluğunu yastık eder, uyurum,
Bundan kelli kimseye yok hayırım,
Başın pınar, ayakların göl olsun.
 
             Mustafa Özkahraman-Kastamonu
 
 
 
TARİHTEN BİR YAPRAK
 
BÂYEZÎD CAMİİ: İstanbul’un büyük câmilerinden biri. İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerinde yapılan ve bulunduğu semte adını veren muhteşem bir câmidir. Sultan İkinci Bâyezîd Han tarafından yaptırıldı. Câminin temeli 1501 senesinde atılıp, 1505’de tamamlandı. Câmi bir külliye hâlinde olup, yanına; mektep, medrese, imaret, kervansaray ve hamam yaptırılmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Bâyezîd Câmii hakkında bilgi verirken;
Caminin yapımına başlandığı zaman mimarbaşı; “Padişahım, mihrabı ne şekilde yapalım?” diye sordu. Sultan Bâyezîd Han; “Şu anda ayağıma bas” dedi. Mimarbaşı ayağına basınca hemen Kâbe’yi gördü. Bunun üzerine Sultan Bâyezîd-i Velî’nin ayaklarına kapandı. Sonra mihrabı yapmaya başladı...” demektedir. İbadete bir Cuma günü açılan câmide, ilk namazı ikinci Bâyezîd Han kıldırmıştır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.