Suriye’de kanlı Esad rejiminin devrilmesinden sonra Cumhurbaşkanı’mızın ilk yurt dışı seyahatine eşlik ettik.
Kahire’deki D-8 Zirvesi, Mısır’la ilişkilerin düzelmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kadim bağlarımız bulunan ülkeye bu sene yaptığı ikinci ziyaret olması hasebiyle de önemliydi.
Erdoğan’ın liderler tarafından ayakta karşılandığı zirvede, Cumhurbaşkanı’mızın özellikle İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’la yapacağı ikili görüşme kritik önemdeydi… Çünkü iki lider, Suriye’deki gelişmelerin ardından ilk defa yüz yüze bir araya geliyordu.
***
Gazeteciler için bu görüşmelerin detaylarının yanı sıra heyette yer alan üst düzey isimlerden alacağı kulisler ve zirve sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’la uçakta yapılacak röportajda vereceği mesajlar büyük önem taşıyordu.
Bu, 14 yıla yakın süren Suriye krizinin ve 61 yıllık Baas rejiminin bitmesi sonrası yapılan ilk röportajdı ve özellikle Erdoğan’ın Şam’a gidip gitmeyeceği herkesin aklındaki birinci soruydu.
Cumhurbaşkanlığı bu soruya tamamen sessiz kaldı.
Cumhurbaşkanı’mız da olumlu ya da olumsuz bir işaret vermedi, sadece MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’a gittiğini hatırlattı; yakında Dışişleri Bakanı’mız Hakan Fidan’ın da Şam’a giderek, başta Ahmed eş-Şara (Colani) olmak üzere, geçici Suriye yönetimi ile temaslarda bulunacağını açıkladı.
Kahire’den İstanbul’a yaklaşık bir buçuk saat süren dönüş yolculuğunda, neredeyse her cümlesinin altını çizdiğimiz bir röportaj oldu.
Hatta öyle ki, Cumhurbaşkanı’mızın uçağı İstanbul’a indiğinde röportaj hâlen devam etmekteydi, aprona yaklaştıktan sonra 15 dakika kadar daha devam etti sohbetimiz.
Röportajın uzun hâlini dün gazetemizde okumuşsunuz, ben size kısa notlar ve kendi fikirlerimle harmanladığım gözlemlerimi aktarayım…
***
Ankara, komşumuz Tahran’la ilişkiler konusunda çok hassas. Konuşulanların şimdilik sadece kapalı odaların içerisinde kalması isteniyor; ser verilip, sır verilmiyor.
Suriyeli muhaliflerin Halep’e doğru harekete geçtiği ilk günden bu tarafa İran’da oluşan reaksiyona bakılınca bu ketumluk gayet normal.
13 sene boyunca Suriye’de yapılan katliamda da, sınırımızda terör örgütü PKK/YPG’ye kantonlar oluşturulmasında da, Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli göçünde de İran’ın, Esad rejimi kadar payı var aslında…
Nitekim, muhaliflerin sabrını tüketen İdlib’e yönelik son saldırılarda yine İran’ın payı büyüktü ve Türkiye’ye daha ağır fatura çıkaracaklardı…
Ama Ankara her zamanki ağır başlılığı ve sakinliği ile ‘devlet aklını’ kullanarak bu meseleleri kamuoyu önünde tartışmıyor, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmemesi için en çok çaba harcayan taraf olma üstünlüğünü koruyor.
Bugün duygusal tepkiler veren İran, 13 yıl boyunca Suriye’de nüfusun yüzde 80’ini oluşturan Sünni sivillere yönelik katliamlara verdiği destekle nasıl şirazeden çıkmıştı oysa…
Buna karşın Türkiye, o dönemde de bugünkü sabır ve ciddiyetli tavrını muhafaza etmişti.
İdlib’de 2020 Şubat’ında 36 askerimizin şehit edildiği alçak saldırı sonrası başlattığı sınır ötesi operasyonla sahada gereğini yapan Türkiye, yine de diplomatik kanallarda gerilimi tırmandırmamıştı.
***
Esad’ın arkasındaki bir diğer ülke Rusya ise büyük devlet olma refleksi ile hareket ederek, bu süreçte İran’dan farkını ortaya koyuyor.
Moskova daha sakin, daha mutedil… Esad’a ülkesinde sığınma hakkı verdiği hâlde, Suriye’de yeni dönemde hem büyükelçiliğini, hem başkonsolosluklarını açık tutan Rusya, yeni yönetimle temas hâlinde.
Cumhurbaşkanı’mız da röportajda bunun önemine dikkat çekti “Bu, Suriye için zenginliktir. Diplomatik misyonların devamında fayda var” dedi.
Erdoğan ayrıca İslam dünyası ve Batı’dan birçok ülkenin Colani (eş-Şara) ile irtibatlarını geliştiriyor olmasının kendisini sevindirdiğini, bu durumun yeni yönetime güven işareti olduğunu belirtti.
Muhaliflerin Halep ve Şam’a yürüdüğü ilk günlerini hatırlayın…
İçimizde birileri Rusya ve İran’ın borazanlığını yaparken, “HTŞ’nin arkasında İsrail ve İngiltere var” propagandasıyla kamuoyunda endişe ve panik oluşturmaya çalışıyordu.
Oysa aynı ağızlar, ne İran’ın yıllardır yürüttüğü mezhepçi kıyımdan bahsediyordu ne de Rusya’nın PKK-YPG ile iş birliğinden.
İran, sınırları olmayan Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik tehditlere girişirken…
Kilometrelerce öteden gelen Rusya hemen dibimizde terör örgütlerini koruma şemsiyesi altına alırken…
Moskova -tıpkı ABD gibi- bu örgütleri sınırımızdan uzaklaştırmak için imzaladığı taahhüdü tutmayıp, hatta ülkemize İdlib’den milyonlarca Suriyelinin daha göç etmesi için saldırılar düzenlerken ağzını bıçak açmayanlar…
Türkiye’nin eğitip donattığı SMO ile birlikte muhalifler Halep’e ve Şam’a yürüdüğünde ne hikmetse İran ve Rusya’nın sözcülüğüne soyundu.
“Türkiye çok sabretti ama ne İran durdu, ne Rusya sözünü tuttu. Artık ne yapsa hakkıdır” diyeceklerine, tam aksi propagandayla gayrı millî bir duruş gösterdiler.
Bu da “gayrı millîlik” tanımının sadece Batı üzerinden yapılmaması gerektiğini bir kere daha ortaya koydu.
***
Rusya ve İran dışında, Suriye’de tavrı en çok merak edilen bir başka önemli ülke Amerika Birleşik Devletleri.
Özellikle de yıllardır silaha boğdukları PKK/YPG konusunda.
Yazılarımızı okuyan, TV’deki programlarımızı izleyen dostlarımız bilirler; Biden yönetimi ile birlikte, en kötünün geride kaldığını, mükemmel olmasa da, Trump’ın yeniden seçilmesi ile birlikte bir önceki Başkan’a göre en azından Washington’la daha iyi düzeyde ilişki kurulabileceğine dikkat çekmiştik.
Buna örnek olarak da daha önce Suriye’deki terör koridorunu parçaladığımız dört ayrı operasyonu Trump’ın döneminde yaptığımıza, Cumhurbaşkanı’mızın hiç değilse iki defa Beyaz Saray’da konuk edildiğine işaret etmiştik.
“Ben de siyonistim” diyen Biden, Gazze soykırımı gibi yüz karası bir katliama arka çıkarak tarihin çöplüğüne gömüldü.
Trump da daha önceki yönetiminde ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak kimlere hizmet ettiğini ortaya koymuştu ama en azından Biden kadar gözünü kan bürümüş bir canavara dönüşmedi.
İyi aramıyoruz; kötülerle daha kötüler arasında bir seçenekte boğuşuyoruz.
Hiç değilse oturup konuşabileceğimiz bir muhatabımız olsun derdindeyiz.
Trump’la en azından bu kadarını yaptık, yapıyoruz.
***
Bakın, Rusya ile nükleer santral, S-400 alımı dâhil pek çok konuda iş birliği yaparken, Suriye gibi birçok meselede ayrı düşebiliyoruz.
Buna rağmen pragmatist bir ilişki yürütüyor, iş birliği yapabileceğimiz alanları genişletmeye uğraşıyoruz.
ABD ile ilişkiler ise böyle değil...
“Ya hep, ya hiç” duygusallığı Washington yönetiminde de var, Trump dönemi için en büyük sıkıntımız yine bu olabilir.
İşte bu yüzden hep ülkemizi güçlendirmeye, bağımsızlığımızı artırmaya vurgu yapıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
En başta da savunma sanayii ve teknolojide.
Bizdeki Baasçılar bunu karartmaya çalışsa da, Trump, Erdoğan’ın hakkını teslim etti.
“Çok akıllı ve güçlü biri. Ordusunu çok güçlendirdi. Suriye’de anahtar Türkiye” dedi.
Sadece savunmada değil, başta diplomasi olmak üzere, her alanda güçleniyoruz.
Ve bu gücümüzü artık sahaya da yansıtıyoruz.
İşte Suriye’ye huzur ve barışın gelmesi için anahtar rolü oynayan Türkiye…
İşte Etiyopya ile Somali arasındaki yıllardır süren krizi çözen Türkiye…
İşte Irak’ı refaha ve özgürlüğe kavuşturmak için ticari koridorlar kuran Türkiye…
İşte Libya’yı, Katar’ı, Kuzey Kıbrıs’ı kurtlar sofrasına yem etmeyen Türkiye…
İşte, yıllarca Esad’ın, İran’ın tasallutu altındaki Lübnan’ın Başbakanı Mikati’ye “Önce Allah’a, sonra Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğini öğrendik” dedirten Türkiye.
İşte ABD Başkanı Trump’a bile o cümleleri kurdurtan Türkiye.
***
2023 seçimleri öncesi Türkiye Yüzyılı derken, bu alelade söylenmiş bir cümle değil; tam da bugünlerin işaretiydi.
Bu gücün karşısında PKK-YPG çapulcuları tehdit olarak durabilir mi?
Şimdi durup bir düşünün; geçen seneki Cumhurbaşkanlığı seçimini ya Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan asker çekmeyi vadedenler kazansaydı, bugün nasıl bir tabloyla karşı karşıyaydık?
22 yıldır sabırla Türkiye’yi bugünlere hazırlayan Erdoğan’ın yerine ezkaza Kılıçdaroğlu seçilseydi bu kurtlar sofrasında ne yapacaktık?
Ve bugüne kadar biriktirdiğimiz kazanımlarımızın akıbeti ne olacaktı?
Sabrın sonu selamet…
Çok sıkıntı çektik, çok mücadele verdik, çok bedel ödedik.
Riskler hep var, ama geleceğimiz apaydınlık.
Durun, daha yeni başladık!
Yücel Koç'un önceki yazıları...
İmza ve tebrikler ve teşekkürler.
Sizi tebrik ediyoruz güzel bir yorumlama olmuş Rabbim yardımcınız olsun
Eyvallah kardeşim, inşaallah Türkiye Yüzyılını Yaşatacağız Dünyaya