"Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir."
Sual: Bir kimse, dinini, malını, ırzını korumak veya herhangi bir kimseyi zalimlerin zulmünden kurtarmak için rüşvet verebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir. İstemeden verdi ise, geri isteyemez. Fakat alanın bunu geri vermesi vacip olur. Bir âlime, kendine şefaat etmesi veya zulümden kurtarması için, önceden verilen şey rüşvet olur. Fakat sonra verilen hediyesini alması caiz olur. Önceden istemesi haramdır. Önceden verilen hediyeyi almanın, hocanın talebesinden hediye alması caiz denildi. Dinine, malına, canına zarar gelmesinden korkan kimsenin rüşvet vermesi caizdir. Dinini, malını ve canını, zalimlerin zulmünden korumak için ve hakkını kurtarmak için bir şey vermek rüşvet olmaz. Alana günah olur.”
Farzları yapabilmek ve haramlardan kurtulabilmek için verilen mal da rüşvet olmaz. Bunları almak günah olur. Yine İbni Âbidînde rüşvet almanın haram olduğu anlatılırken, rüşveti dörde ayırmaktadır. Müftü, hâkim, vali olmak için rüşvet vermek ve birinin, haklı dahi olsa, memura, hâkime rüşvet vermesi ve bunların almaları haramdır. Çünkü zaten vacip olan şeyi yapmak için bir şey almak caiz değildir. Bu işleri yaptıktan sonra, istemeden verilen hediye, rüşvet olmaz. Memurların zulmünden kurtulmak veya hakkını almak, malını, canını, dinini, ırzını korumak için memura veya aracıya vermek caizdir. Bunların alması ise haramdır. Zulüm yapılması için vermek ve almak da haramdır.
Sual: Herhangi bir kimsenin verdiği hediyeyi almanın, kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bir kimse, kendi malından hediye verse, istenmeden verilen bu hediyeyi almak, kabul etmek sünnettir. Mektûbât-ı Ma'sûmiyyede deniyor ki:
“Peygamber efendimiz hazret-i Ömer'e hediye gönderdi. Kabul etmedi. Geri göndermesinin sebebini sordu. (İnsan için hayırlı olan, kimseden bir şey almamaktır) buyurdunuz deyince, (İsteyip de almak için demiştim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır. Onu alınız!) buyurdu. Hazret-i Ömer de; 'Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden verileni alacağım' dedi.”
Hediye almanın, tevekküle mâni olmadığı, Makâmât-ı Mazheriyyede yazılıdır.
Büyük velî Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, bir gün bâzı talebeleriyle yolculuğa çıktılar.
Bir miktar gittiler.
Yorulup acıktılar.
Ama çok yolları vardı daha.
Yanlarında yiyecek de kalmamıştı.
Ayrıca etrâfta bir ev de yoktu misâfir olmak için.
Hiç tâkatleri kalmadı.
Güçlükle yürüyorlardı.
Bu iş nereye varacaktı?
Talebeler;
"Acabâ hocamız bu hususta ne düşünüyor?" diye, merak etmeye başlamışlardı.
Büyük velî sezdi bunu.
Anladı düşüncelerini.
Ve el kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bize sonsuz hazînenden yiyecek gönder!" diye duâ etti.
Yalvardı Rabbine.
Duâsı kabul oldu.
Şöyle ki;
Bir “sofra” geldi önlerine.
Üstünde yemekler vardı.
Çeşit çeşit, tâze ve nefis.
Âfiyetle yediler...
Yollarına devam ettiler.
Ancak az sonra yine acıktılar.
Büyük velî duâ etti...
Bir sofra daha geldi.
Yiyip doydular.
Velhâsıl yolculuk boyunca ne zaman acıksalar, önlerine gâipten bir mükellef “sofra” gelirdi.
Yiyip devam ederlerdi yollarına.
Bunları yaratan Allahü teâlâdır ki, böyle hârikulâde işlere "kerâmet" denir.
O, her şeye kâdirdir.