Ahmet Sırrı Arvas

Bir gün kızara bozara "hacı amca" der, "sizden bir şey rica etsem?" İbrahim Efendi kitabını kenara koyar, yuvarlak camlı gözlüklerini burnunun üstüne indirir ve ona bakar. İnce parmakları ile kızıl sakalını sıvazlarken mânâlı mânâlı güler ve "biliyorum" der "okuma yazma öğrenmek istiyorsun di mi?"

Mevlânâ Hâlid sadece Müceddidiyye yolunda değil, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yolunda kemâle varır, hocasının kalbinde ne varsa ona akar. Abdullah-ı Dehlevi hazretleri onu şehir dışına kadar uğurlar, ardından muhabbetle bakar ve "Hâlid her şeyimi aldı götürdü" buyururlar...

Şeyh Sadi Şirazi çok yer dolaşır, çok âlim tanır. Gelgelelim Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimizin nesebinden ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelerinden Şihabüddin Sühreverdi'ye tabi olunca çok şey kazanır. Dicle kenarındaki şirin medresede sadece dinî ilimleri okumaz, Arab dili ve Edebiyatı üzerine de mesafe alır...

Mevlânâ Hazretleri "sen ne söylersen söyle karşındaki anlayabildiği kadarını alır" buyurmuşlar ya, büyükler yine de avamı yok saymaz. Kâh Nasreddin Hoca gibi fıkralar anlatır, kâh Sâdî-i Şîrâzî gibi hikayeler kurarlar.

Nelson, ezilir, horlanır, coplanır, tutuklanır, işinden atılır, aç kalır, deliğe tıkılır, çıkar, bir daha girer, bir daha çıkar. Polise defalarca teslim olur ama asla teslimiyetçi olmaz. Onu bu kez çıkarmamak üzere (müebbet) içeri alırlar lâkin o sadece hapishaneyi değil, sistemi sallar...

".... Sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı ve düşmanla çarpıştı. O da şehid oldu ve şimdi cennette, altından tahtlar üzerinde oturuyor." "Cenâb-ı Hak Abdullah bin Revâha'ya rahmet eylesin, melekler onun meclisi ile iftihar ederlerdi..."

Selçuklu Sultanları Alamut Kalesi'ni defalarca kuşatır, ancak almayı başaramazlar. Ama bakın şu işe ki Allahü teala onların başına da bir başka zalimi (Hülâgu'yu) sarar. Moğollar Alamut'a girer, daileri dağıtırlar...

Talebeleri Muhammed Gazâlî'ye yakışan bir kabir yapar, gelir gider ruhaniyetinden feyz almaya bakarlar. Onun kıymetini UNESCO bile bilir ancak İran Cumhuriyeti büyük velinin kabrini yok eder, Tus'a kadar gelen ziyaretçilere "yanlışınız var, burada öyle biri yaşamadı" diye de yalan söylerler.

İmâm-ı Gazâlî, üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvîleriyle birlikte ezbere bilir. İslâmın yirmi temel ilmi ile, bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde söz sâhibidir. Evet o mutlak müctehiddir ama mezheb kurmaz. İmam-ı Şafii hazretlerine uyar ve 4 mezhebe de sahip çıkar...

İlke henüz seçim havasına girmedi ama sormak isterim: Bu işin meraklıları en çok neyi bekliyor? Seçim sonuçlarını mı, AKP listelerinden kimin aday gösterileceğini mi? Bana ikincisi gibi geliyor.

ABD, Tesla'ya ne vatandaşı gibi davranır ne de dışarı salar. Başkaları için çalışmasından çok korkar, ona gözaltı hayatı yaşatırlar. Tesla "Yabancılar Mülk Edinme Yasası" ile bunalır ve soğuk bir kış günü beş parasız bir şekilde ölür (ya da öldürülür). Ama o zaten "Edison'un yamağı" gibi sunulduğu gün ölmüştür...

Nikola'nın tele ihtiyacı yoktur zira o havayı nakil hattı gibi kullanabilir. Dağların ardında şimşekler çaktırıp, uzak hedeflere ışık ve ses küreleri gönderebilir. En tehlikelisi de yeryüzünün frekansını yakalayarak zemini sallayabilmesidir. Ancak bütün bunların silah olarak kullanılabileceğini düşünemiyecek kadar saf biridir...

Tesla, Alternatif akımı, güç santrallerini, bobinleri, uzaktan kumanda aletlerini, elektronik iletişim devrelerini, telsiz cihazlarını, TV tüplerini, neonları, redrasörleri, jenaratörleri bulmasına rağmen adını duyuramaz. Zira Amerika'da göçmenler ikinci sınıf insanlardır onların hiç şansı olmaz.

Hazret-i Ömer şehri dolaşmaktadır. Toprak evlerin sıralandığı dar bir sokağa girer. Kadının biri damdan oğluna seslenir: "Kenara çekil, bak halife geliyor!" Karşı evin penceresinde bir başka kadın. Üslubu alaylı: "Ay bu adam daha düne kadar bizim Ömer'di. Şimdi neyi değişti?" Halifeden tek kelimelik cevap: "Vebali!"

Newton'un ayın arz, gezegenlerin güneş etrâfında döndüğünü söylemesi büyük bir yankı uyandırır. Gelgelelim bütün bunlar asırlar önce, Kindî, Râzî, Bîrûnî, Hâzinî ve İbn-i Heysem'in eserlerinde (detaylarıyla) anlatılmıştır...

Abdullah ibn-i Mübârek Hicri 118 yılında Horasan'da doğar. Aslen Türktür, babası onun büyük bir âlim olmasını ister ve tutup devrin en büyük aliminin (İmam-ı âzam'ın) derslerine yollar. Bu kapıdan elbette çok şey alır ve çok şey dağıtır. Sadece İmam-ı Hanbel gibi bir zirveyi yetiştirmesi bile onun büyüklüğünü anlatır.

Mazhar Osman, Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin şekillenmesi için insanüstü çaba sarfeder. Takdirleri arkadaşlarına döndürür, tenkidleri ve tehditleri kendi göğüsler. "Bize aceleci, hatalı diyen çok olacak ama kimse tembel diyemeyecek" der...

Yaşar Doğu, Anadolu'yu karış karış gezerek şampiyon adayı arar. Bu çocukları Ankara'ya çağırır, yedirir, içirir, ağırlar. İşte Dağıstanlı'lar, Hamit Kaplan'lar, Ahmet Ayık'lar onun çabasıyla parlarlar. Tevfik Kış iki kere köyüne döner, Yaşar hoca ayağına kadar gider, onu peşine takar...

O yıllarda "demirperde" ülkeleri çok iddialıdırlar. İrili ufaklı Sovyet peykleri Ruslara yatar, el birliğiyle SSCB marşını çaldırırlar. Rakipleriyle birlikte, "demirperde hakemleri"ni de yenmek zorunda kalan Yaşar, çıktığı 47 milli maçın 46'sını kazanır, bunların 33'ünde rakibini tuşlar...

Yeryüzünde tam 100 milyon kalaşnikof var ve her biri can yakmaya devam ediyor. Evet bu silah Mikhail'e ün ve para kazandırdı ama bir ayağı çukura giren ihtiyar teknisyen "keşke insanlara yararlı bir şey, meselâ çim biçme makinesi filan tasarlasaydım" diyor...