Gürbüz Azak

ÜCRETLER kırık dökük. Çalışanlar, sendikacılar, memurlar, sözleşmeliler aylardır bağırıyor: "Geçinemiyoruz, zordayız, tükendik!"

BAZI kafadan bacaklılar durup durup soruyor: "Hani düşman nerede?" Cevap verelim: "Peki, dost nerede?"

Bazen kafama, hiç olmayacak işler takılır. Derim ki kendi kendime, "Bütün ülkeler anlaşsa da ne kadar tarih kitabı varsa hepsini yakıp atsalar, veya kütüphânelere hapsetseler..."

SÖZÜM yarım kaldı. Bugün de "Kurt Adam"lardan bahsedeceğim. Milletleri tok, diri ve mutlu kılan yegâne potansiyel, tek sır, Kurt Adam zenginliğidir.

HEP aynı hikâye... Her hafta birileri çıkar, başlar şikâyete: "Adama bak, otuz yıldır siyâset yapıyor." Ardından alkışlar gelir: Şak şak şak!

BURHAN Özfatura; çalışkanlığını, dürüstlüğünü defalarca ispatlamış, son derece verimli bir ideal adamıdır.

Hep yanlış yere parkettiler. Türkiye 20 yılını, 100 milyar Dolarını ve 30 bini aşkın evlâdını kaybederken...

AHH o türküler... Yakar, devirir, iki büklüm eder veya gökkuşağı serpilmiş hâreli kanatlarıyle alır uçurur sizi de, bilinmez iklimlere padişah eyler.

BİLİNEN ödüllerin en büyüğü "Nobel", iki ay sonra (10 Aralık'ta) 101'inci defa sahiplerine verilecek. Ama bugünki konumuz bu ödül değil, adına armağanlar verilen Alfred Nobel'in kimliği. İsveçli Alfred kimin nesidir?

ABD'ye yapılan uçaklı sabotajlarla başlayan alt-üst oluşlar devam ediyor. Dünya borsaları hâlâ sarsılmakta.

2001 yılına 2011'den bakabiliyor musunuz? Ya da tam tersi, bir sonraki dünyayı şimdiden görebiliyor musunuz? Mesele budur.

DOKUZUNCU Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, televizyonlarda apaçık soruyor ve gayet net cevaplıyor: "Millet geçen Şubat'a kadar işinde gücünde miydi? Evet... Esnaf, çiftçi, zenaatkâr eve ekmek getiriyor muydu? Evet... Merkez Bankası'nda yeterli döviz var mıydı? Evet... Benzin mazot var mıydı, yollarda kamyonlar gidip geliyor muydu? Evet... Sanâyi siteleri çalışıyor muydu, üretim sürüyor muydu? Evet..."

Bizimkisi fazla sürüngen bir alışkanlık. Hep, "Biri gelir toparlar" rahatlığındayız.

ÜNLÜ fizikçi Albert Einstein'a sormuşlar: "Üçüncü Dünya Savaşı nasıl olacak?" Cevap şöyle: "Üçüncüsünü bilmem ama, Dördüncü Dünya Savaşı ok ve yay ile." Einstein yanıldı.

DÜNYA son yıllarda yepyeni bir tedirginlikle tanıştı: Terör eziyeti... Bu eziyet, zengin fakir, güçlü güçsüz her ülkede ve her odada en azı dişli gerçektir.

AFGANİSTAN nihayet füzelerle vuruluyor. Üzülmekle düşünmek arasında kalan Türkiye, NATO'ya üyeliği sebebiyle bu çatırtının dahilindedir. Apaçık söylersek Afganistan'la savaş halindeyiz. Bu kaba bakışın hemen arkasında ise Afgan halkıyle değil, bu ülkeyi de huzursuz kılan terör mihraklarına karşı tavır aldığımız gerçeği yatar.

GENE aklıma geldi. Ölümlü kalımlı, kanlı kurşunlu türkülerimiz vardır. Biz onları çalar söyler ve şakır şakır oynarız. Hiç de garibimize gitmez.

Borç, alacak, servet, sepet... Alamadım, satamadım, yapamadım, edemedim... Hep bu minval üzre telâşlardayız. İyi de, Ekim ikindileri ne olacak?

ŞU iki özellik aynı zamanda haysiyetin de temeli: Akıllı ve cesur olmak... Akılsız cesaret kabadayılığa, çeteciliğe, merhametsizliğe götürür. Cesaretsiz akıl ise kişileri, firmaları, hükûmetleri teslimiyetçiliğe sürükler.

BİR çoban dağda rastladığı mayını kurcalarken... Biri onbir diğeri onüç yaşında yoksul iki çocuk, Ankara'nın Karşıyaka Mezarlığında buldukları el bombasıyle oynarken...