M. Necati Özfatura

ABD'nin Irak'ı işgali ile Ortadoğu'da dengeler alt-üst olmuştur. Neredeyse Orta Doğu patlamağa hazır volkandır. ABD ve İngiliz Ordusu sadece petrol kuyularına hakim olmak istediklerinden Irak'a hakim değillerdir. Aslında Irak'taki işgal ordusu bir kapana sıkışmış durumdadır. Şu anda dünyanın 5 büyük gücü olan ABD, AB, Rusya, Çin ve Japonya dünyayı paylaşmış durumdadır. Henüz paylaşılmayan tek bölge ORTA DOĞU'dur. Onun için de bu bölge iştah kabartmaktadır.

ABD, AB, BM ve Rusya'nın hazırlayıp "Yol Haritası" adını verdikleri planı acaba Şaron iktidarı ne derece sekteye uğratacaktır. Plan genel olarak 3 safhadan ibarettir. 1) Terörün durması (Aslında Filistinlilerin mücadelesi "bağımsızlık savaşı"dır.). İntihar saldırılarının uygun olmadığına inanıyorum. Ama vatanı işgal edilmiş, her türlü haklarından mahrum ve sefalet içinde yaşayan bu insanlar adeta intihar saldırılarına gizli güçlerce kanalize edilmektedir. Bütün umutlarını kaybeden Filistinliler ölümü göze almaktadır. 2) Filistin Devleti'nin kurulması. 3) Kudüs ve mültecilerle ilgili ihtilafın hallidir. Ve bu arada 1967'de işgal edilen topraklarda Yahudi yerleşim merkezlerinin dondurulmasıdır.

ABD'nin Irak'ı işgali ile başlayan yağma devam etmektedir. Sadece Bağdat'ta her gece en az 100 otomobil ve çeşitli vasıta çalınmaktadır. Gece soyguncularla malını savunanlar arasında silahlı çatışmalar durmak bilmiyor. Gençler arasında alkol, uyuşturucu, fuhuş ve pornografi yayılmaktadır. Okul önlerinde kız kaçırma hadiseleri giderek artmaktadır. Silahlı yakınlarının himayesinde kızlar okula gidip gelebilmektedir. 15 Mayıs 2003 tarihli Washington Post gazetesi, Irak'ta savaşı kazandıklarını ama barışın bir türlü kazanılmadığını itiraf etmektedir

Şurası gerçek, Avrupa Birliği çifte standartlıdır. Ve "AB'ye tam üye" maskesi ile çok sayıda taviz alınarak, Türkiye adım adım Sevr'e sürüklenmek istenmektedir. AB ve ABD Sevr Haritasının icrasına başlamıştır. "Kıbrıs'ı ver, kurtul" ile AB'ye asla girilemez. Annan planı Türkiye'den istenen tavizlerin başındadır. Varsayalım Annan planı kabûl edilirse, sırada bekleyen tavizler ortaya çıkacaktır. Ege'de karasularının 12 mil'e çıkarılması ki bu kararla Ege'nin yüzde 97'si Yunanistan'ın olacaktır. Türk ekonomisi için çok önemli olan ve bazı yerlerde Ege'nin ortasına kadar uzanan kıt'a sahanlığı, 12 mil ile sıfırlanacaktır. Ege'de 10 mil Fır Hattıdır.

Paris'in 20 km yakınında, Versailles Sarayına bitişik Trianon Park Oteli'nde (16-19) Mayıs arasında 3 gün BİLDERBERG ZİRVESİ yapılırken; 17-18 Mayıs tarihlerinde Washington'da Ommi Shoreham Oteli'ndeki toplantıya 1000'i aşkın delege ve 30 kuruluş katıldı. Yahudi Siyonistler yanında Amerikalı Hıristiyan köktendinciler de katıldı. Amerika medyasına göre ABD'de 45 milyon Hıristiyan fundamentalist vardır.

Türkiye'nin sadece Kaşburnu ile İskenderun Körfezi arasında açık denizlerle irtibatı vardır. Bunun "kilidi" ise KKTC'dir. KKTC'nin hukuki ve fiili varlığı sona erdiği gün; bu kilit Rumların, Yunanlıların ve AB'nin eline geçer ve Türkiye'nin açık denizlerle irtibatı kesilir. Maalesef AB uğruna yalnız KKTC elden gitmesine değil Türkiye'ye Sevr'in uygulanmasına bile razı olan bazı sözde aydınlar ve AB'nin menfaatini Türkiye'nin hayati menfaatlerinin çok üstünde tutan bazı gafil bürokrat ve siyasiler vardır.

Çok sayıda ülkede, devletin dışında gizli (derin) devlet olduğu gibi; dünya hakimiyeti peşinde olan gizli ve derin devlet vardır. BİLDERBERG bu devletin önemli bir kuruluşudur. Bu Teşkilatın bilinen üyesi yoktur. Gerçi Yahudi asıllı Henry Kissinger (ABD eski Dışişleri Bakanı) ve halen ABD'nin Savunma Bakan Yardımcısı Yahudi asıllı Paul Wolfowitz ile Savunma Bakanı Rumsfeld her yıl bu zirveye katılan kişilerdir. Teşkilatın görünen üyesi yoksa da; kimlerden meydana geldiği bilinmeyen bir heyet, her yılın davetli listesini belirliyor. Toplantılar gizlilik içinde cereyan ediyor.

Dünya Müslümanları'nın soykırım ve İslam ülkelerine işgal kararlarının verildiği yıllık zirvedir. Bu zirve Büyük İsrail (Nil'den Fırat'a) Arz-ı Mev'ud hayalini ve Yahudi'nin ABD maskeli yani ABD'yi kullanarak dünya hakimiyeti için her yıl planlar yapılır. (ABD-İngiliz-İsrail) şer üçlüsüne hizmet edecek devlet başkanları (ABD dahil) ve hangi ülkede hangi partinin iktidar ve kimin başbakan olacağı tespit edilir. Bazı planların az da olsa tersi olmaktadır. Geçen yılki zirvede Saddam'ın devrilmesi ve Irak'ın işgali kararı verildi ve gerçekleşti. Aynı zirvede Türkiye'de erken seçim kararı verildi bu kararın gerekçesi AKP'nin gelişmesini ve ilerde iktidar olmasını önlemek idi. Ama tersi oldu ve Türkiye için iyi oldu.

Ege ve Akdeniz'de Türkiye sahilleri Edremit Körfezi'nden Kaşburnu'na kadar "Stratejik işgal" altındadır. Türkiye'nin açık denizlerle irtibatı sadece Kaşburnu ile İskenderun Körfezi arasındadır. "Annan Planı" kabul edilirse, KKTC'nin fiili ve hukuki varlığı sona erer. Bunun manası ise Türkiye'nin açık denizlerle irtibatı kesilir. Yani Türkiye "tecrit" edilir. Tarihte Hititler'den bu yana Anadolu'da devlet kuranların güvenliği ve devamlılığı Akdeniz ve Ege'de hakimiyetlerine bağlı olmuştur. Bu denizlerde hakimiyetini kaybeden Anadolu'daki devletler derhal yıkılmıştır. Sadece Osmanlı 1911-1918 arasında 7 yıl dayanabilmiştir. KKTC, Kıbrıslı Türkten çok 70 milyon Anadolu Türkünün varlık ve güvenlik meselesidir. Bu yüzden politikacı ve bürokratlar Kıbrıs meselesi ile ilgili beyanat ve kararlarında son derece dikkatli olmaya mahkûmdurlar.

Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin (9B) maddesine göre 2003 yılı sonuna kadar Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilafların halli gerekiyor. Halledilmediği takdirde Lahey Adalet Divanına gidilmesine geçmiş (o tarihteki) hükümet imza atmıştır. Bu madde ise Yunan hayranlığı, Hıristiyan taassubu ve Haçlı zihniyeti ile Türkiye aleyhine neticeleneceği kesindir. (İnşallah yanılan ben olurum.) Böyle bir durumda Ege'nin yüzde 97'si Yunanistan'a ait olup İstanbul'dan İzmir'e gidecek bir Türk gemisi Yunanistan'dan vize almak zorunda kalacaktır.

Ben AB'nin satın aldığı kalem değilim. İster hoşlansınlar ister hoşlanmasınlar gerçekleri yazmaya mahkûmum. Gizli protokolün maddeleri 1987 yılında Avrupa Birliği ile ABD arasında gizli bir protokol imzalandı. Her ne kadar ABD'nin Irak'a saldırısında menfaatler gereği ABD ile AB arasında (bilhassa Almanya ve Fransa) soğukluk yaşanmışsa da; bu gizli protokol yürürlüktedir.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz CNN Türk'te yapılan röportajında: "Irak savaşında bize destek vermeyen Türkiye hatalıdır. Özür dilemeli, bundan sonra da dediklerimizi yaparak kendini affettirmelidir" sözleri tepkiyle karşılandı. Bu adam, Bush, Cheney ve Rumsfeld'i yönlendiren kişidir. "The Economist"in 26 Nisan-2 Mayıs 2003 tarihli sayısında neşredilen "The Shadow Men" (Gölgedeki adamlar) başlıklı yazıya göre çoğu Yahudi asıllı aşırı Siyonist ve Hıristiyan Siyonist (sanal Yahudi) olan 20 kişi Bush iktidarının iplerini elinde tutmaktadır. Ve "Neon Conservatiues" (Yeni Muhafazakârlar) grubunun lideri Paul Wolfowitz'in çıkışı ve son olarak ABD'de Türk Gününe ilk defa mesaj gönderilmemesi ABD'nin Türkiye'ye bakışının hiç de iyi olmadığı şeklindedir. ABD'nin asıl öfkesi Türkiye'nin 2. Tezkere işi; Ortadoğu'daki diğer ülkelere emsal olacağıdır.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, 1920 yılında Polonya'dan Amerika'ya göç eden bir Yahudinin oğludur. Wolfowitz Chigago Üniversitesinde uzun yıllar siyaset felsefesi dersi veren ve 1937 yılında Almanya'dan kaçan Prof. Leo Strauss'un öğrencisidir. 1972'de doktorasını vermiştir. Straus ise kabalist, gizli ve esrarlı işler çevirenler grubuna dahildir. Hatta bu grubun "fikirler babası" olarak tanınır.

Avustralyalı gazeteci Wendy Barnaby, TİMAŞ Yayınları tarafından neşredilen "Virüs Saldırıyor" adlı eserinde; SARS virüsünün, ABD tarafından laboratuvarlarda üretilip Çin'e gönderildiği görüşünü savunmaktadır. Yazar: "Milli güçlerin saf dışı bırakılması, biyolojik silahların en vahşice kullanıldığı ve toplu katliamlara yol açtığı bir savaş taktiğidir. Büyük bir güce sahip olan ve giderek gelişen ve yakın gelecekte ABD'ye rakip olmasının ötesinde, önüne geçeceği kesin olan Çin'in de SARS virüsü ile ABD tarafından böyle bir biyolojik saldırıya uğratılmış olması uzmanların görüşüdür" demektedir.

Şaron emrindeki Bush cuntasından her türlü desteği gören İsrail, tek kelimeyle azgınlık derecesinde bir vahşet ile Filistinlilere soykırım icra etmektedir. Ancak Filistinliler bu zulme asla boyun eğmiyorlar. "Demek ki insanlar zulüm ve haksızlığa uğradıklarında kendi hayatları pahasına da olsa teslim olmuyorlar!.." Tam aksine hayatlarını feda ederek karşı koyuyorlar.

Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre kendisiyle nükleer santrallerle hakkında yapılan röportajda: "2050 yılında Rusya, Azerbaycan, İran, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Kazakistan ve Kuzey Denizi'nin petrol kaynakları tükendiğinde Alaska ve Teksas'ta saklanan petrol yataklarının Amerika'ya en az 20 sene muazzam bir üstünlük sağlayacağını" ifade etti. Özemre, petrol dışındaki, örneğin nükleer enerji gibi alternatif kaynakların kullanılmasının engellenmesini ise, "Şimdi burada şunu söylemek lazım: Hali hazırda dünyada pek çok ülkenin ihtiyacını karşılayan nükleer enerji var. Nükleer enerji bugün Dünya'da 32 ülkede kullanılmakta ve Dünya elektrik üretiminin yüzde 18'ini karşılamakta olan bir enerjidir. Nükleer enerjide en ileri gitmiş devlet Fransa'dır. Kendi elektrik üretiminin yüzde 75-76'sını nükleer enerjiden kaşılamaktadır. Tabii nükleer enerjinin bu kadar yayılması özellikle dünya petrol ve kömür kartellerinin işine gelmemektedir" şeklinde değerlendirdi.

ABD ve İsrail "Korsan devlet" özelliğini taşırlar. Çünkü bir devletin tarihi yanında medeniyeti ve millet olma vasfı için de asırlar geçmesi gerekir. Oysa bu iki devlet kuruluşundan itibaren saldırgan, yağmacı, aç gözlü ve medeniyet düşmanıdırlar. Irak işgal edildiğinde ABD ordusu sadece Petrol Bakanlığı binası ile petrol tesislerini korumaya aldı. Böylece yalnız Irak değil bütün dünyanın 10 bin yıllık müze ve kütüphanelerini korumayı reddetmiş oldu. Zaten yağmalanan ve bir daha yerine konulması mümkün olmayan tarihi eserler işgalci ABD ordusunun subay ve erlerinin çantasında ve tarihi eser mafyasının elindedir.

Rauf Denktaş'ın sınırları açması başta Kıbrıs yönetimi olmak üzere Kilise, AB ve ABD'yi telaşlandırmıştır. Annan planı tuzaklarla doludur. Planda iki gizli hedef; Kıbrıslı Rumlarla, Kıbrıslı Türkleri birbirine düşürerek bir iç savaşa sürüklemek... Bu iç savaş ile Türkiye ve Yunanistan arasında kısa süreli bir savaş ortamını hazırlamak idi. Ancak sınırlar açılıp, Kıbrıslı Türklerin Rumlara beklemedikleri hoşgörü ile davranması ve KKTC'ye Rumların akın akın gidişi bu planı şimdilik sekteye uğrattı. Baf Metropoliti Hrisostomos "işgal bölgelerinde yiyip, içme, eğlenme ve gecelemek akıl almaz bir şey" derken, Kilise gibi Rum yönetimi de Rumların KKTC'ye gidişine karşıdır.

Yağmalama ilk çağlardan günümüze devam eden bir hadisedir. Tarihte büyük yağmalar savaş sonrası vuku bulmuştur. Tabiî ki savaş olmadığı zamanlarda da yağmalama olmaktadır. Bu çirkin eylemin başlıca 3 özelliği: Ortada otorite yoktur. Olay münferit değil, kitleler halinde gerçekleşir. Otorite tesis olunca takibat yapılmaz ve yağmalananlar kapanın elinde kalır. Varsayalım bir an dünyanın herhangi bir köşesinde otorite kalksa ve yağma serbest dense mağazalar, caddeler ve kentler harabeye döner. Tek istisnası ise İslâm ahlakı ile şereflenmiş ve her nefesin (her işin) bir gün hesabının sorulacağına gerçek anlamda inanan ve Allahü teâlâ korkusu taşıyan bir toplulukta asla yağma olmaz.

21. yüzyılın vebası olan "SARS" yani Akut Solunum Yetmezliği Sendromu; dünyayı etkilemiş ama özellikle Çin'de normal hayatı durdurmuştur. 12-14 milyon nüfuslu Pekin hayalet kent halinde, restoran, işyerleri ve okullar bomboştur. Caddelerde trafik durmuştur. Geçmişte 45 dakikada gidilen yerlere en geç 10 dakikada gidilmektedir. Tren istasyonları, Pekin ve diğer şehirlerden; kırsal bölgelere kaçanlarla doludur. Pekin'deki 3 hastane ve 1 üniversite ordu birlikleriyle kuşatılmıştır. 4 bin kişi evlerinde karantinadadır.