Mehmet Soysal

ABD Başkanı Obama'nın Türkiye ziyaretinin yankıları hâlâ kamuoyunda sürüyor... Ziyaretin şifrelerini çözmek için adeta kırk bin soru üreten komplo teorisyenleri ise kamuoyunu yanlış bilgileriyle kirletmeye devam ediyor...

Basın Konseyi'nin üyeler toplantısı ve okuyucu temsilcilerinin seçimi için hafta sonu Bahçeşehir Üniversitesi'ndeydik...

Her seçim öncesi Yüksek Seçim Kurulu'nun sadece televizyon kanallarına uyguladığı 'adil olmayan' cezalarından bıkıp usanınca yazmak şart oldu...

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu helikopter kazası sonucu ölmesiyle ülkeyi ve sevenlerini üzüntüye boğdu...

Bugün Pazar... Ve Türkiye sandık başına gidiyor... Kimi seçmeliyiz? sorusuna en çok muhatap olunca siyasetçi ve işadamı dostum Lütfü Türkkan'ın anlattığı hikayeyi yazma ihtiyacı duydum;

Bu ülkede 'siyaset, futbol' denilince hemen herkes fanatik olup çıkıyor... Fanatik olmayı ne de çok seviyoruz... Hele 'belden aşağı vurmayı' ise nerden öğrenildi, kim öğretti bu millete? Bilmiyorum...

Dünya küresel kriz ile boğuşup duruyor... Krizin uzağında olanlar krizi değerlendiriyor ve çözüm yolları öneriyor... Değerlendirmeler ise o kadar komik düşüyor ki! Ne hikmetse, kimse krizle boğuşanlarla konuşmuyor...

Kırmızı çizgilerini muhafaza edemeyen devletlerin ne kadar komik duruma düştüğü görülüyor... Ağzından çıkan kırmızı kelimeleri muhafaza edemeyen insanlar da aynı komik duruma düştüğünün farkına varamıyor!

Ağaçların ayakta ölmesine dahi izin verilmiyor... Baltalarla ormanlar kesiliyor... Şairin dediği gibi, "ağaçlar ayakta ölüyor"

Mahalli seçimler yaklaşıyor... Meydanlar tıklım tıklım doluyor... Bayraklar dalgalanıyor...

Bildim bileli 'devir değişiyor' derler... Kentler büyüyor yaşayanlar küçülüyor... Kentler yağmalanıyor... Sahip olma çılgınlığının sonu gelmiyor... Gökdelenler dikiliyor... Ne hikmetse, değişmemesi gerekenler değişiyor! En büyük yalana sığınılıyor, değişim!

Gazete ve televizyonların haberlerine bakıldığında insanın içi kararıyor... Savaşlar çıkıyor... Cinayetler işleniyor... Kazalar birbirini kovalıyor...

Sıcak bir günde, aşırı sıcaktan bunalınca bir ağacın altına yatar, çocuk gözlerimle, mavi gökyüzüne beyaz bir çizgi çizerek ilerleyen uçakları ufukta kaybolona dek izlerdim.

Ve Afrika... 'Balta girmemiş ormanlar' diye bilinen topraklarda artık baltasız gezen yok gibi... Neler mi gördük?

Ernest Hemingway'in Kilimanjaro Dağları adlı romanının konusu özetle şöyle: Yazar, Afrika'da yaralanır ve yatağa düşer ve yanıbaşında tedavisini yapmaya çalışan sevdiği kadına hayat hikâyesini, başından geçen olayları anlatır...

Bilgeye sormuşlar; "Yoksulluk kaç gün sürer?" O da; "Kırk gün" diye cevap verince; "Peki" demişler, "kırk günden sonra ne olur?" Bilge gülümser ve der ki; "Alışırsınız..."

'Her nereye gidersen git, göğün rengi her yerde aynıdır...' gerçeğini bilir insan, yine de yerinde duramaz... Kabına sığmaz...

Davos'ta Dünya Ekonomik Forum toplantısının ardından Zürih'e geldik. Daha önce Kastamonu Valiliği, Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığı yapan, halen Bern Büyükelçiliğimizde Çalışma Müşaviri olan Dr.Enis Yeter ağabey ile birlikte Zürih'i gezdik ve sohbet ettik...

Davos; dünyaca tanınan küçük bir kasabadır... Milyarlarca insan kar ve yağmura hasret kalıp ve sadece soğuk havasıyla yetinirken, beyaz kış yine konaklamıştı Alplerin eteklerine...

Davos'ta küresel kriz konuşuldu... Çareler aranıyordu... Ve çözümler üretilmeye çalışılıyordu...