Mehmet Soysal

Ve Güney Rusya'nın en büyük kentlerinden biri sayılan Rostov'daydık... Rostov'un tarihine baktığımız zaman ise çarpıcı bir ayrıntı görmekteyiz...

Acılarını geçmişte bırakıp umutlarını yarınlarda umut arayan ve kendi sessizliğinde boğulan, bin yıldan beri yürüdüğü, durduğu yollarda sırtına dert dağları yüklenen Anadolu'daydım geçen hafta sonu...

Kötü adamlar toplumun önünde 'kahraman' gibi gidiyor... Sinema, gazete ve televizyonlar ise kötü adamların en büyük reklamcısı... Örneğin sinemalar...

Üniversite sınavlarının ardından şimdi tercih telaşı başladı... Kimi kaliteyi... Kimi ücretleri düşünüyor...

Kara kış günlerinin ardından yaz sıcaklığıyla bütün yol çılgınlıkları da âdeta geri gelmiş... Yollar çile dolu... Yolculuklar telaştan ibaret...

Yüzyıllardan beri savaşların artık ahlâki değerlerden yoksun olduğunu bilmeyen yok. Bir zamanlar savaşanlar, savaşlarını meydanlarda mertçe ve yüz yüze yaptığından savaşlar daha adildi... Artık ne o meydanlar ne de o savaşanlar kaldı... Son yıllarda Orta Doğu ve Orta Asya'da Müslümanların birbirleriyle savaşmalarına ve girdikleri bütün savaşlardan yenik çıkmalarına kırk gerekçe sayılır ama asıl neden dillendirilmiyor...

Bu ülkede gazetecilik her geçen gün biraz daha 'kulis' ve 'dedikodu' üzerine inşaa ediliyor. Başkalarına ait kayıtdışı hayatları başkalarının bilgisine sunarak sağlıksız bir habercilik anlayışına doğru gidişin delilidir...

Dünyayı yüreğinde taşıyanlar ne kahraman ve ne de liderdir... Dünyayı yüreğinde taşıyanlar statükocudur ve değişimlere alabildiğince direnir...

Son yüzyıldan beri; neyin doğru oluşuyla ilgili değil de, kimin neye inandığı, ne söylediği ve ne yazdığıyla alakadarız...

Sanatçılar, gazeteciler, televizyoncular ve siyasetçiler her ne kadar avazı çıktığı kadar, 'biz halk için çalışıyoruz' diyerek bağırsalar da, sabahtan akşama kadar tek dertlerinin 'kendilerini biraz daha yukarıda bir yerlere taşıyabilme' gayretinde olduğu gerçeğini saklayamıyorlar...

Tarım Bakanı Mehdi Eker'in davetiyle cuma günü Diyarbakır'daydık... Dicle Üniversitesi'ndeki toplantıda Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu'nun bugüne kadar yaptıkları 'yatırımlar hayat buluyor' çalışmalarını özetleyince Bakan Eker, bölgede artık bir şeylerin değişeceğine inandık... Çünkü bölgede, asıl meselenin ne olduğu keşfedilmiş...

Terör yine kol geziyor...

Dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri'nin o ihtişamını seyredebilmek artık bir hayalden ibaret olmuş, çünkü 1500 yılındaki bir depremle yıkılıp gitmiş ve bugün yerinde yeller esiyor...

Artık sadece 'havalar' aydınlık... Avuçlarımıza bırakılan hemen her şeyin bir yüzü karanlık... Karanlık olaylar, insanlar, aydınlar ve piyasaya sürülen fikirler, izmler... Bir güneş kaldı balçıkla sıvanamayan... Eskiden karanlıkları aydınlatma derdi taşıyan aydın, şimdi hakikati karartmanın peşinde...

Uryupin kasabasını istila eden farelerin sayısındaki azalmayı fark eden halk, her yerde bir fare ölüsü aramış ama bir tekini dahi görememiş...

Yazar Jasper Kent'in kaleme aldığı Oniki adlı romanın önsözünde Rusya'da geçen bir halk masalı yer almış... Masal, Rusya'nın Uryupin kasabasında geçer. Çar Petro saltanının ilk yıllarıymış. Kasabayı fareler istila etmiş. Yaz aylarında tahıllara dadanmış ve köylüyü perişan ettiği gibi, kasabaya hastalık getirmiş.

Dünya edebiyatı klasikleri arasında, 1905 yıllarında Çarlık Rusya döneminde Yahudilerin yaşadığı bir köyde kızlarını zengin kişilerle evlendirme hayali kuran ama hiçbir dileğini de gerçekleştiremeyen Yahudi sütçü Tevye'nin yaşadıklarını anlatan bir eser var; Damdaki Kemancı...

Bir fecir vaktinde dünya; İsrail'in vahşi terörüyle yataklarından uyanıyor... Mavi Marmara gemisine silahlı operasyon düzenleyen İsrail 9 Türk vatandaşını öldürüp 26 kişiyi yaralıyor. Yüzlerce kişiyi de tutuklayıp cezaevine gönderiyor... Daha sonra serbest bırakmak zorunda kalıyor... Buraya kadar madalyonun bir yüzü... Bir de diğer yüzü var...

İnternet, digital çağın en önemli silahlarından biri. Faydalarını yazmakla, zararlarını da saymakla bitiremeyiz... Bir gün Berlin'de beş altı polis şefi dostumla dolaşıyorduk. İstanbul gibi bir kentte polis şefliği yapmak ise kızgın bir tava üzerinde durmaya benziyor...

Dört bir yanımızın 'düşman' olmadığını ısrarla vurgulayanlara Yılmaz Öztuna'nın eserlerini okumasını öneriyoruz... Tarihçi Gözüyle adlı son kitabında Sultan II. Abdülhamid Han için şunları yazıyor; "Batı, Sultan Abdülhamid'e kızgındır, kırgındır, hınçlıdır. Yahudi, Yunanlı, Ermeni, İngiliz, Rus ve Fransız onu sevmez..."